EDEBİYATIN DAVASI
HÜSEYİN ODABAŞIj
Peyami Safa’nın edebiyat, şiir ve sanatla alakalı yazılarını okudunuz mu bilmiyorum. Peyami Safa’nın “Sanat Edebiyat Tenkit” kitabı edebiyatın güdükleşmesi; verimliliğinin ve kalitesinin düşmesiyle alakalı haklı şikayetlerle doludur.
“Yarım asırdan beri Türkiye’de edebiyat açtır. Fakat ben muhitimdeki müşahedelerim ve nefsimdeki tecrübelerimle, edebi kısırlık ve doğurganlığın iktisadi sebeplerle izah olunamayacağı neticesine varmış gibiyim.” (Sf,79)
Yani Peyami Safa “karnımız tok sırtımız pek olsaydı edebiyatla daha fazla meşgul olurdum” bahanelerini kabul etmiyor. Kitabın daha sonraki sayfalarında edebiyatımızdaki verimsizliğinin dünyada tanınmamasının ve olması gerekeni ortaya koymak bakımından ifade edilen düşünceler de dikkate değerdir:
“Ne metafizik ne felsefi ne de sosyal bir dünya görüşü, bir insan anlayışı getirmeyen muasır edebiyatımızın beynelmilel (dünya çapında) söz aleminde söyleyebileceği hiçbir hususi (özel) fikri yoktur. Bunun için beynelmilel olamadı.”(Sf, 80) Aslında bu tespit daha önce Peyami Safa’nın yakın arkadaşı Burhan Toprak tarafından “Türk edebiyatının meselesi yoktur” diye yapılmıştır.
Bir gün bazı talebeler, Peyami Safa’ya “Bu edebiyat değil fiziktir; işkembe i kübra ilmi değildir, çalışmadan olmaz” diye bağıran bir fen hocasından şikâyet ederek bahsederler. Onun gazete sütununda verdiği cevap da şöyledir:
“Edebiyat kendine göre riyaziye olduğunu ve pişirilmiş ulvi ihtiraslarla kaynaşarak incelmiş bir hendese(matematik) ruhundan doğduğunu edebiyatçılar göstermeye muvaffak olmadıkça, fizik hocaları onu işkembe -i kübra ifrazatı halinde görmeye, buluğa ermemiş çocuklar da gönül şiirlerini toplayan kitaplar çıkarmaya devam edecektir.” (Sf,84)
Edebiyatımızdaki sorun bilgi, felsefenin ve dinin imkanlarıyla kâinata ve insana iyi bir bakış açısı ve yorum geliştirememesidir. Çünkü Peyami Sefa’ya göre edebiyatımız tefekkürünü ve manevî dinamiklerini kaybetmiştir:
“Bizim edebiyatımız mistik nefesini kaybettikten sonra yalnız kadın ve vatan aşkı içinde kaldı.”(Sf, 86) Solan, pörsüyen ve manevi dinamiklerini kaybeden edebiyatımıza örnek olsun diye aşağıya aldığım mısraları incelerken Peyami’nin bize ne söylemek istediğini daha iyi anlamış oluruz:
“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!” (Orhan Veli) Halbuki Ahmet Kabaklı’nın Orhan Veli hakkında yaptığı değerlendirmeye göre eski şiirle mukayese edildiğinde daha seviyeli olarak bulduğunu söyler:
“Orhan Veli, şiirde dile büyük değer veriyor. Onca: “Şiirin bütün meselesi deyiştedir. Fakat kelimeleri kullanırken onların illa da güzel olmasına bakmamalı ve “şairane” telakkisinden kurtulmalıdır. Eski şiir ‘şairaneye’ saplanmıştır.” (Türk Edebiyatı, 4. cild, 41)
Şiir sadece bir “deyiş”midir? Veya “şairanelik”ten mi ibarettir? Bütün bir kadim şiiri şairanelikle değerlendirmek bir ağaca bakıp da onu kabuktan ve yapraklardan ibaret kabul etmek kadar sığ bir bakıştır.
Bana göre de Üstadım Kabaklı beni mazur görsün; Orhan Veli’nin şiirleri de başka bir şairanelik havasında yazılmıştır, o kadar!
Aslında Orhan Veli’nin yazdıklarının şiir olduğunda şüphe yoktur. Onun yazdıklarını hafif de bulsak, kafiyeden ve vezin kaygısından uzak bulsak da bunların şiir olmadığını iddia edemeyiz. Her şairin kendine göre bir şiir anlayışı vardır. Ahmet Haşim şiir hakkında ne demiş, Peyami ne demiş, Yahya Kemal şiir için ne demiş? Hatta istiklal marşı şairi Mehmet Akif, şiiri tarif ve anlamı adına neler söylemiş? Bütün bunları burada tek tek ele alacak durumda değilim. Bütün bu şairler benim üstadımdır. Ve onların şiir adına, edebiyat adına söylediklerinin hemen hepsini çelişkileriyle beraber kabul ederim.
Fakat edebiyatımızın ve şiirimizin kısırlaşması ve edebiyat alanının gittikçe daralması karşısında düşünmeden edemeyiz. Edebiyatımız neden bu hale geldi. Ve bu hususta Peya’minin tespitlerine katılmak mümkün değildir.
Evet, edebiyatımızın mistik nefesini yitirerek kendi öz meselesini ve davasını kaybetmiş olmasını mühimsemeliyiz.
Derdi davası ve mistik nefesi olmayanların elinde edebiyat ve şiir toplum ve cemiyet ruhuna nasıl bir katkı sağlayabilir bilmiyorum.
Edebiyatın bir davası olmalı mı? Edebi ürünlerin verilmesine sebep olan Doğudaki ve Batıdaki akımları düşününce evet olmalı diyorum.
Neden konuşuyorum? Neden yazıyorum? En küçük ve basit konuşmalarda bile bu soruyu farkında olmadan kendimize sorarız.
Koskocaman bir romanı okuyup bitirdiğinizde insanın gönlünde, kalbinde, aklında vesaire duygularında bir şeyler kalmalı değil mi?
Geçmişi koruyarak geleceğe açılım yapan üstadlara, çalışmalara ihtiyaç var.
“Dert söyletir” derler. Bu edebiyat için de geçerlidir. Dert şiir söyletir, roman söyletir, hikâyelerle söyletir. Dert aslında edebiyatın da şiirin de hamurudur, mayasıdır.