Muhteşeme Mektuplar 11
BETÜL AYDAN
Sevgili Muhteşem;
Geç kalınmış bir zamandan yazıyorum sana bu mektubumu. En son mektubunda “Ne zaman?’’ diye sormuştun. Ben de, bilmiyorum, demiştim hatırlarsın. “Şimdi’’ diyebilmek çok önemli bir erdem olsa gerek. İnsanın şimdiyle barışık olması ne güzeldir değil mi Muhteşem? Hiç ertelememesi, sürekli hareket ederek yapması gerekeni yapmasıdır belki de şimdinin diğer bir tanımı. Bilmem sen ne düşünüyorsun şimdi için, geçmiş ve gelecek için. Benim yaşadıkça ve yaşlandıkça bakışım değişti zamanlara. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü hatırlıyorsun değil mi? Sonra o “Muvakkıt’’lı dizeler düşssün tam da şimdi mektubumuza:’’ Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir / Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat? (Aslında en uzun geceyi yıldızlar ve gökyüzüyle ilgilenen insanlar bilmez, bilemezler. Gama, aşk derdine düşenler yaşarlar en uzun geceyi. Bitmeyen geceleri yalnız aşk derdine meftun olanlar bilirler. Sen aşk derdine müptela olmuş kavuşamayan aşığa sorarsan bunu belki ancak anlarsın. Çünkü onun için geceler kim bilir kaç saat? ) “Ama yine de üzüntülü, kaygılı insanlar kadar muvakkıtlar da biliyor olsa gerek zamanın uzunluğunu, kısalığını. Önümüzdeki günlerde burada saatlar yine geri alınacak ve kış dokunacak saatlare soğuk ve beyaz elleriyle. Karanlık daha çok sürecek. Uzun kış geceleri masallardan çıkıp evlerimizde ziyaret edecek bizi. Yeni bir zamana alışma hazırlığındayım ben de şimdi. Çabuk çabuk biten her günün ardından kucağımıza düşecek kocaman ve karanlık akşam ve ardından gecenin içinde kimbilir hangi hatıralarım gelip oturacak gönlümdeki misafirhaneye?
Biz de bilmiyoruz değil mi hayatımızın en kıymetlisi “zaman’’ın bizden neleri alacağını ve bize neleri vereceğini. Yaşadıkça öğreneceğimiz neler var kimbilir! Kimi çok hızlı kimi pek ağır adımlı olsa gerek bu değişimlerin. Hatırlıyorsun değil mi o çok sevdiğimiz sözü? Henüz genç, çok gençken defterlerimizin başında yazardı muhtemelen okuduklarımızdan öğrendiğimiz ve sevdiğimiz bir cümle: “Günler adını bilmediğimiz şeylere açıyor yelkenlerini’’ Ne çok şey vardı o zaman da bildiğimizi sandığımız ve aslında asla bilmediğimiz. Ya da hiç tanımadığımız, hissedemediğimiz yeni gelen duygular, hisler. … Evet ya söyleyen ne hoş söylemişti. Günler evet günlerdi adını bilmediğimiz şeylere açan yelkenini!
Peki biz nasıl tanıştık Muhteşem, o anlamını bilmediğimiz her karşılaştığımız yeni duygu, ortam ve duygularla? Hatırlarsın sen de “Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum.’’ Şiir dizeleriyle yaşadığım zamanları. Hani hiçbir şeyin tadını alamadığım zamanlar, tamamen korkuyla kaplanan bakışlarım, yine bir dize tekrarıyla ‘’Ha geldiler ha gelecekler!’’ endişeli kapıya bakışlarım. Bir korku filminde sessizce çevrilen bir kapı kilidi ya da kapı değildi korkum. Belki yabancı ellerin yumruklarıyla evin içini sarsan kapı sesi, belki uzun ve hiç susmayacak sanılan zilin acı acı çalması! Bütün saat alarmlarının geceye ya da sabaha uyanırken korkuyla kurulması… Apartman içinde asansör çalışırken içindekilerin korku filmlerindekilerden bile daha korkunç olduğu hissi! Ne zordu o günlerde yaşamak. Yine de iyi hissetmek zorunda olmak kendini. Gözlerine bakan çocuklarının gözlerine gülümsemek, sonra lokmalar boğazından zor geçerken zor da olsa yudum yudum içmek bir şeyleri. Gözlerinden yaşlar boşanmasın diye derin derin nefesler içinde tutmak sonra da lavabodaki su sesine karışıp giden hıçkırıklar. Ah hayat! Kimini ağlatan, kimini güldüren bu his yani yaşamak belki de ne kadar sürprizlerle dolu değil mi Muhteşem?
Karışık karmakarışık duyguların içinde döne döne dünyadan ötelere yavaş yavaş evrilmesi insanın bçyle bir şey olsa gerek Muhteşem. Mesela; dün ben hayalen bir şehrindeydim ülkemin: Günlerdir içimde ‘’ Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır?’’ dizeleri gezinip duruyor. Gökyüzünde kanat çırpan her kuşa selam veriyorum kalbimle. Onlar da biliyorlar benim uçamadığımı. Belki üzülüyorlardır hem benim için ve benim gibi ‘’Gurbet’’şiirini an be an yaşayanlar için. Doğduğum büyüdüğüm yerleri çok özlediğimi gözlerim söylüyor onlara. Beni anlıyorlar, hissediyorum. Sen zaten benim duygularımı biliyorsun Muhteşem. Adın kadar iyi anlıyorsun beni. Sana orada bana buralarda uzakları yakınlaştıran mektuplarla konuşmak düştü. Sanki şimdi biz iki ırmak gibiyiz. Derinden derine ağlayan. Belki bir gün o yayla köyümüzün çoban çeşmesinde buluşmak nasip olur. Olur mu dersin Muhteşem? Yoksa ölüm gibi bir şey olur da kavuşmak uzağa çok uzaklara mı atar bizden kendini? “Ya Nasip!’’ diyelim eskilerin eskimeyen sözlerinden serin rüzgarları içimize çekerek.
Hani sana demiştim ya Muhteşem: “Çok özlediğim her şeyin hayaliyle yaşıyorum.’’ diye, yine o zamanların birinde rüya gibi bir şey oldu gözlerimi kapattığımda. Eski bir cami avlusu ve şadırvandaki güvercinler ve kanat çırpışları. Hangi şiirin hangi dizelerinde gezindim biliyorsun. O lâhuti iklimde sudan ve yeşillikten ibaret olan şehri sen de çok iyi biliyorsun. Hani oturup şehrin manzarasını izleyerek çay içtiğimiz mekân ne güzeldi değil mi Muhteşem? İnsan şiirleri unutmamak için ezberlermiş. . Çok bunaldığında şiirlerdeki tasvirlerle derin derin solurmuş özlediği şehri. Bak ben seninle mektup yazarak konuşuyorum. Özlediğim şehirlere de içimden geçen dizelere tuttunup hayallerini kurarak dokunuyorum. Yüzümde bir tebessüm oluyor şimdi yazarken olduğu gibi. Hatıra defterimde yaşadığım karelerin fotoğrafları beliriyor. Onlar beni hatırlıyor, ben onları hiç unutmuyorum. O eski şehirlerimin kurulduğu ilk zamanlarda yaşasaydım bu mektup bir “Güvercin Gerdanlığı’’ nda uçacaktı sana. Hatırlıyorsun değil mi üniversite yıllarında kitaplarımız arasındaydı gerdanında inciden kıymetli yazılar taşıyan o güvercinler. Güzeldi, hoştu.
…
Muhteşem’i kıskanan okurlar var mı benim gibi bilmiyorum. Böyle bir güzel dostluğa sahip olmak ne güzel. Yüreğinize sağlık Betül Aydan.
Muhteşem ‘ e mektupları sanki eski bir sandıkta bulduğum ve kimseye haber vermeden gizlice okuduğum mektuplar gibi hissediyorum . Yazar kalbini açma cesaretini göstermiş ve tüm okuyanlarda aynı hissi paylaşmayı başarmış umarım kitap olur sevgiler