MUHTEŞEM’E MEKTUPLAR -4

BETÜL AYDAN

Sevgili Muhteşem,

Yine bir mektup yazan halimle selamlıyorum seni. Çocukluğumuzun, gençliğimizin mektuplarını hatırlar mısın? Mektuplarımıza: “Sevgili … Nasılsın iyi misin? Beni sorarsan ben çok iyiyim.’’ diye başlardık. O zaman kişisel gelişim kitapları da yoktu okuduğumuz, onlara gerek de yoktu zaten. Hakikaten biz mutlu çocuklardık. Kendini iyi hisseden gençlerdik. Aldığımız temiz hava, toprağa yalınayak basışlarımız ve belki de çocukluğumuzu doyasıya yaşamışlığımız ve zamanla barışık yaşamamızdı bize bu iyiliği hissettiren. Şimdi ben sana soruyorum:

Sevgili Muhteşem, Nasılsın iyi misin? Beni sorarsan…

Üzgünüm ama çok iyiyim diyemeyeceğim. Bilmiyorum neden? Bu sabah kalkınca içimde bir şeyler donuktu. Güneşli havada üşür gibi bir histi benimkisi… Perdeleri açmadım. Pencereden bakmadım. Güneş sabahı buyur etse de evin içine, ben ona selam vermekle uğraşmadım. Nasıl olsa gün bitecek güneş bizden uzağa kendini atmayacak mıydı? Sonra geceyi düşündüm. Ayın gecede anlattıklarına yorumlar yaptım içimden. Yıldızlara göz kırptım. Onlar da geçip gideceklerdi nasıl olsa! “Onun için mi yanıp sönüyor gibiler sürekli?” diye de düşünmeden edemedim. 

Peygamber çiçeğini kokladım hayalimde. Aydınlıktı her yer. Karanlığa inat bir aydınlıkta buldum kendimi. Bugün günlerden… Ne çok şey var artık böyle ifade edilen. Teknolojinin ellerinden yeni günler sunuluyor duyularımıza… Her günün bir ismi var herkesin önceliğine göre belirlediği. İçimden sana mektup yazdığım bugüne bir isim vermek geliyor. Ben bu günümün ismini ‘’Güneş ve Ay‘’ koyuyorum. Bu mektubu da ‘’Güneş ve Ay Üstüne’’ yazıyorum Muhteşem. İsmin gibi ne muhteşem varlık onlar öyle. Bugün varlık ve yokluklarıyla tanımak istiyorum onları anlayamasam bile sana kendi gözlerimden anlatmak… Güneşe ve aya bakıyorum perdeleri çekik odamdan. Güneşin ve ayın gölgesinde oturduğum zamanlara geriye döne döne nazar ediyorum.

Hz.  İbrahim’i düşünüyorum.  Onun gibi hissetmeye çalışıyorum bir an. Ben de batıp giden şeyleri sevmiyorum. Belki de o yüzden yarım kalmış çok duygum var, kararan güneşli günler, ay ışığının terk ettiği geceler… Ve içimde hep hüzün var. Neyim varsa geçici bir renk gibi olduğunu biliyorum. Kimi parlayan, kimi solan, dağılan, kimi de kaybolan renkler…

Sevgili Muhteşem, güneş tüm ihtişamıyla doluyor odama. Bedenimin kalp odasında tereddüt yaşıyorum. Sevmeli miyim onu, buyur etmeli miyim yaşantıma? Ne oldu da birden güneşli bir sabahta karanlık hislerle açtım gözlerimi? Güneşi özleyenlerin türküsünü mırıldanıyor içim ve “Çocuklar inanın inanın çocuklar…’’ diye diye güneşli günlerin güzel günler olduğuna inandırıyorum kendimi. Nâzım’ın dizelerinden Edip’in sesiyle çocuklara gülümsüyorum. Gülümsemeyi özleyivermişim hemen şu hislerimin içinde. Biliyorum, biliyorum ‘’Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize” diyen Hilmi Yavuz’a eşlik ederken tebessümün de yüzlere yakışan en güzel ifade olduğunun da farkındayım. Tebessüm sadakaydı değil mi Muhteşem? Sadaka sâdâkatti, vefaydı, sevdiğine bağlılığın bir yansıması değil miydi hem? Onun için sadaka sâdık olmaktı. Seninle aramızdaki vefalı dostluktan doğan böyle satırlardan biriydi belki de…

Sevgili Muhteşem, seninle beraber uğurladığımız güneşli günleri hatırlıyorum. Arkasından su yerine dualar devşirdiğimiz… Başka bir güneşli günde buluşmak dileğimiz olur, biz gecede kaybolan güneşe davetiyeler gönderirdik. Bazen de ay ışığında balkon demirlerine dayanıp başımız yukarda gökyüzüne bakardık. Yıldızlar göz kırpardı bize. Hayatın koşuşturması içinde durabilmek, kimi zaman güneşe kimi zaman da aya bakabilmek ismin gibiydi ‘’Muhteşem’’di.

Bak,  bir de güneş ve ayı mektubuma çağırınca gökyüzü de gelmez mi sandım ne? Oysa o geniş gönüllü gökyüzü bana bakıyor tüm samimi halleriyle. Bulutlu, sisli, kuşların uçtuğu, uçakların geçtiği gökyüzü…

Gece ve gündüz de ay ve güneş de yıldızlar ve kuşlar da hepsi geziniyor sırasıyla gökyüzünde. İçimde şarkılar var Muhteşem. Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, güneşe yıldızlara sorulan sevgililer, güneşin doğuşu batışı farksız diyenler… Hepsi yine de varlıklarına sitem ediyorlar yitip gidenlerinin, gün doğarken gün batarken hissettiklerinin.

Sevgili Muhteşem, sana sevgi dolu, özlem dolu mektuplarıma bugün bu satırlar düşüyor. Ama biz her halimizle severiz birbirimizi değil mi? İçimizdeki hüzünler de sevinçler de sevgiler de ilmek ilmek, harf harf nakşoluyor işte satırlara. Sözlerimiz içimizdeki özleme şahit. Gözlerimiz aynı gökyüzünün altında uzaklardan aynîleşen bakış açımıza şahitlik eder. Her mektupta biraz daha yakın oluruz hem. Yakında olup uzak kalanlara acı bir tebessümdür sunacağımız. Onlar için de üzülürüz elbette. Yazdıkça incelen ruhlarımız bencillikten uzaktır şükür ki…

Muhteşem…

Sana yazdıkça içimdeki huzura yaslanmaya başlıyorum. Bazen içimde bir şey aksiyle yansıyor etrafıma. Bazen de dışımdan alıyorum içime duygularımdan mülhem sözleri. Mesela, dün akşam üzeri dikkatimi çeken komşunun bahçesindeki ağaca ne olmuştu öyle? Birden yeşilin rengi uçmuş, yaprakları dalından yerlere düşmüştü. Üzülmüştüm. Şimdi anlıyorum sabah güne uyandığımdaki ruh halimin sebebini. Sonbaharın nice yeni sonlara taşıdığı yeni bir günü görmekten kendimi uzağa atmaktı maksadım. 

İçimin sıkıntısını güneş ve ayla attım galiba ve duygularımı sana yazarak. Şükür ki yazmak var Muhteşem. Bak ben sana yazıyorum sen bilmiyorsun; ama hissediyorum ki hissediyorsun aklımda olduğunu. Sonra sen bana yazacaksın ben bunu anlayacağım. Belki etrafımda yaşanan muhteşem bir halde seni anacağım o an. Belki bir yıldızı kayarken göreceğim belki de aya bakarken gülümseyeceğim. ‘’Bir ay doğuyor fıstıkların arkasından’’ dizesiyle parmak uçlarından bir mektubun doğduğunu hissedeceğim.

Olsun ne sonbaharlar gelir gider nice ilkbaharın önünden. Her son nice ilklere bir önsözdür ya, bu mektup da yeni bir mektubun önsözü olsun istiyorum.  Sen bu mektubu okurken o kocaman gökyüzünde güneş mi olacak, ay mı? Hangisi olursa olsun sen de benim için onlara bak olur mu? İster perde çekili bir camın ardından, ister bir ağacın dibinde otururken istersen de bana mektup yazarken bak onlara. Ben senin onlara bakıp gülümsediğini hissederim. Bir ay düşlemesi veya bir güneş hecelemesinde seninle buluşuruz.

Onlar da şahit olurlar bu dostluk nişanesine. Mektuplarımıza…

Ne demiştik Muhteşem, biz nasıl bir muhabbet isterdik hep? Geçici olmayan ve yaprakları solmayan, solsa bile yeniden yeşillenen bereketli bir ağaç, mümbit bir toprak gibidir muhabbetimiz.

Baki Muhabbetle…

You may also like...

1 Response

  1. Canan says:

    “Sevgili Muhteşem, Nasılsın iyi misin? Beni sorarsan…
    Üzgünüm ama çok iyiyim diyemeyeceğim.” Bir beklenmezlik cümlesi bu. Ama samimiyet dolu…
    Elinize sağlık…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *