AKSİ

ESRA DOLUNAY

İçi içini yiyor. İçindeki sıkıntıyı gizleyemiyor. Bazen bir öfke bazen bir küçümseme bazen alay. İçi içini yiyor. Çünkü hiç iyiliği tatmadı. Ne de olsa zayıf iyiler. Korkak iyiler. Nezaketten beli kırılacak zavallı iyiler. Sâhi hiç iyi bir şey yapmış mıydı? Tabi ya hani evdeki böceği ezmeyip dışarı atmıştı. Merhamet! Merhametten miydi? Düşündü. Hayır o pis kanı duvarı kirletmesin diye. Yoksa iğrenç bir böcekti işte. Kendisi dışında herkes ya kuyusunu kazmaya çalışan, ya yarım akıl varlıklardı. Öyle miydi gerçekten? Yoksa içten içe, içindeki kırılmış, mutsuz, yarım, kendini değersiz hisseden çocuk muydu onu böyle yapan?

Öfke. Yalan söylemeyen tek duygulardan… Neden öfkeliydi genelde. İşte bu yüzden. Hatadan korkuyordu çünkü. Görüyordu işte. İnsanlar hata doluydu. Görevliler, çöp toplayanlar, çocuklar… Hepsi koca bir hata topuydu. Eğer kendisi de hata yapsa dururdu dünya. Geçen yıl yan komşusu bahçeyi sularken karşı tarafa su geçmişti de kıyameti koparmıştı. Şimdi daha dikkatli sulamalıydı bahçesini ki ağzına geleni saydığı, üstüne üstlük alaycı bir beceriksizlikle suçladığı komşusuyla aynı davranışı yapmamalıydı. 

Yardıma ihtiyacı olsa kimi arardı sâhi? Saydırdığı komşusunu mu, ezdiği böceğin uçup geldiği bahçedeki amcayı mı, çocuklarına kızıp durduğu, caddenin karşısındaki dört çocuklu aileyi mi?

Yandaki evin perdeleri sıkı sıkı kapanmıştı. Bu seferkiler de taşınmıştı. Bir iki hafta geçmeden aynı eve birileri geldi. Çaylak bir bela mı gelmişti şimdi? “Uğraş dur! İşin yoksa kurallarını baştan öğret! İlk günden bahçemi mahvetmese bari!” Boşalmış koliler evin kapısında bekliyordu. Öfkelendi. Etrafta bunca yarım akıl varken, öfkelenmek için bir sebep bulması kolaydı. Şimdi varlığını belli etmenin tam zamanıydı.

“İşiniz bitince onları çöpe götürseniz iyi olur! Ortalık berbat görünüyor.”

Neden boş gözlerle kendisine bakıyorlardı ki? O gülümseme neydi öyle? Bir de hadsizce küçümsüyorlar mıydı kendisini?

-Hatırlattığınız için teşekkür ederiz, hemen toplayacağız.

Ertesi sabah kırık aynada kendi aksine baktı. Aksine… Geçip giden günlerin aksine yüzündeki geçmeyen çizgilere… Dumanı üstünde fincanı tuttu ve bahçeyi adımladı. Karıncalar, kır çiçekleri ve bir karahindiba ezdi. Bahçenin köşesine vardığında gözleri parladı. Aradığı fırsat ayağının dibinde sızıyordu. Su…

En baştan haddini bildirmek gerekti bu yeni taşınanlara. Hızlıca yan bahçeye geçip kapıyı var gücüyle yumrukladı. Açılan kapının ardındaki şaşkın iki göze, öfkeli gözlerini dikti. 

-Bahçeme buradan su sızıyor. Benim bahçeme! 

Kapıda iki göz önce aksi adama sonra gökyüzüne baktı.

-Afedersiniz ama hiç bahçe sulama mevsimi değil. Şimdi izninizle tadilat işlerimizle uğraşacağız. 

Kapının kapanmasıyla evine doğru yönelen huysuz adımlar muson yağmurlarını tartaklıyor, söylenmeler, su birikintilerini azarlıyordu. 

You may also like...

2 Responses

  1. Canan says:

    Hani bir yazara ait söz vardır:” Eğer vaktim olsaydı sana daha kısa yazardım” işte, bu hikayenizde kısa ve öz yazarak yakalamışsınız o ‘aksi’. Tasvirleriniz de çok güzel. Elinize sağlık…

  2. GUSMENA S.N. says:

    Kendin ettin kendin buldun ile nasıl bakarsan öyle görürsün, nasıl görürsen öyle yaşarsınin çok güzel bir karışımı olmuş. Heyecanla okurken, değişik bir bakış açısı ile karşılaşmak çok güzeldi doğrusu. Keşke, dedim. Devamı olsa da okusam. Başarılar.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *