TUHAF
Esra Dolunay
“Dalgalar.. Sakin bir denizi izlemek ne hoştur. Ya fırtınada?.. Aynı dalgalar ürperti vermez mi insana?”
Tuhaf
(Bir.. iki.. üç.. Nefesini tut. Şimdi ver. Tekrar…
İşte uğuldama geçiyor. Her şey tekrar gün yüzüne çıkıyor. Deniz dibinden yüzeye yaklaşmak gibi… Ve sonra başını sudan çıkarmak gibi… Şimdi dipteki bulanıklık, berraklığa dönüyor. bozuk frekanslar ve karıncalı görüntüler netleşiyor. Gözlerimi açabilirim.
– İyi misiniz?
– İlacımı almayı geciktirmişim. Basit bir atak.
– Ne zamandır bu belirtiler var?
-Hatırlamıyorum. Buraya geldiğimden beri.
-Ne zaman geldiniz?
– …bir dakika bakayım. Evet… ay… yani bir kaç ay önce.
– Atak sırasında gördükleriniz ve hissettikleriniz neler?
-Çamurlu ayaklar.. yağmur.. dalgalar.. ışık – karanlık.. yosun kokusu.. kuşlar.. kırmızı kurdela ve uğultu..
-İlacınızın dozunda değişiklik yapıp tekrar yazıyorum. Yalnız mı geldiniz?
-Hayır, kızım dışarıda bekliyor .
-Geçmiş olsun. Haftaya kontrol için bekliyorum.
-Teşekkür ederim.
…
Dışarıya çıktım. Köşede uslu uslu oturan küçük kızım ve güzel gülümsemesi.. Şimdi daha iyi hissettim işte. Ben kim miyim? Bu öyküde yerini almış bir kahraman.. Öylesine uydurulmuş mu sanıyorsun?.. Sen uzaktan okuyan! Burada bir yazar yok. Kalemini aldım ondan. Yaşamamış birinden beni anlatmasını mı isteyecektim! Buna cüret edebilecek miydi? Aslında alışmışız üçüncü kişiden dinlemeye bir başkasının öyküsünü. Bu hep daha cazip gelmiştir. Çünkü sorumlu olmazsın. Dışarıdan bir olayı izliyor gibi hissedersin. Oysa sen okuyan kişi, şu an savunmasızsın. Tam buradasın. Ne olduysa sen de şahit oldun. Buradaki Ben’in yani kahramanın tek tanığısın. Sorumlusun!
…
-Eve gidiyoruz kızım! Sevdiğin çikolatalı pudingten yaptım. Ama yemekten sonra yiyebilirsin tamam mı? Israr etmek yok!
– Yaşasın!! Parka ne zaman gideceğiz anne? Bak sağda!…
-Nerede? Evet gördüm. Haftasonu gideceğiz, söz. Hah! Otobüsümüz geldi. Sana da kart basmak gerek 9 yaşını geçtin. Neden olmadı bu ? Adam yine tuhaf bakıyor. Geçelim biz. Şurası boş gel kucağıma otur bakalım.
-Bu teyze neden öyle bakıyor peki.
-Önemli değil kızım. Sen kitabını oku! İnsanlar alışılmadık bir şey gördüklerinde böyledir.
(Dalgalar.. Sakin bir denizi izlemek ne hoştur. Ya fırtınada?.. Aynı dalgalar ürperti vermez mi insana?)
-Son durak. Geldik.. İniyoruz hadi.
-Babam bizi bekliyor değil mi? İşten geldi mi?
-Yeni gelmiştir. Hadi sen bas bakalım asansör tuşuna. Hay Allah ışık söndü.
-Yetişemiyorum düğmeye anne!
-Tamam ben basarım. Alt katımızdaki teyze de binecek sanırım.
-İyi günler! Biz de yukarı çıkıyorduk.
-Size de..
(İşte o da böyle bakıyor.. Kendimi tuhaf sanırdım ..)
-Biz geldik! Bak baban gelmiş işten.
-Hoşgeldin. Nasıl geçti doktor randevusu?
-Aynı. Düzenli devam edersem daha iyi olacak. Akşam yemeğine kadar dinlensem iyi olur. Biraz yorulmuşum. Sen kızımıza göz kulak ol.
-Biraz dinlen istersen. Her şey daha iyi olacak tamam mı?
(sen de tuhaf bakıyorsun.)
…
Gözlerim ağırlaşıyor. Sehpanın üzerindeki resim.. Hep beraberiz. Hâlâ aynı kıyafetleri giyiyorsun kızım. Bu kırmızı kurdelayı çok sevdiğinden mi çıkarmıyorsun? Ne tuhaf..
Ayakların çamurlu neden yıkamadın daha? Artık benimle konuşmuyor musun? Akşam yemeğine kadar uyuyayım. Sonra hepsi geçecek..
Gözlerim ağırlaşıyor…
-Çamura batıyorum anne!
-Eve varınca sileriz. Yürümeye devam et!
-Bacaklarım ağrıyor!
-Burada duramayız yürü hadi!
-Ayaklarım yere değmiyor.
-Tutun bana az kaldı. Bak ışıklar orada…
Dalgalar… Yosun kokusu… Hırçın dalgalar… Siyah gece. Sakinleşen dalgalar… Yüzeyde serin hafif dalgalar… Dalgalarda kaybolan kırmızı kurdela…