MUHTEŞEM’e Mektuplar

        Betül Aydan 

Muhteşem Hocam”,

“Muhteşem” Dostum,

Yıllar sonra sana isminle hitap etmek ne güzel,ne büyük saadet ismini yazabilmek. Sana isminle başlayan bir hitapla mektup yazmak… İsmin ayrı güzel, dost oluşun ayrı…

“Dağ odur ki üzerinde kar ola

  Bülbül odur ki ötüşünde zâr ola

  Dost odur ki dar gününde yâr ola

  Geniş günde düşman bile yâr olur” 

                (Erzurumlu Aşık Reyhâni)

Muhteşem…

Biz, nice mutlu zamanları yaşadık beraber. Sonra kapımıza yığılan nice zor zamanı beraber yaşadık, kapıyı açmaya mecburken ama zor günlerimizde hep beraber olduk şükür. Birlikte olduğumuz her dem ne kadar da kıymetliydi bizim için. Hatıra defterimizin “dost” çizgili sayfalarında duruyor yaşadıklarımız.

    Çok uzun zaman oldu “Muhteşem” sana mektup yazmayalı. Ne oldu bize? Yaşadığımız şeyler mek-tup yazmayı da mı unutturdu? Oysa ne güzel, konuşuyorduk mektuplarımızda. Sessiz sessiz anlatıyorduk yaşadıklarımızı. Korkularımızı anlatıp heyecanlarımızı paylaşıyorduk. Mektuplarımızdan kuleler yapacaktık zamanla. Hem kuleler hep kumdan olmazdı ya! 

“Mektuplarımız uç uca eklenince, bizim gizli, özel tarihimiz oluşur!” diyordu yazar. “Sevgisiz Işıksız Mektupsuz Kaldık” adlı denemesinde. (Ali ÇOLAK)

Gizli Özel Tarih… Ne kadar anlamlıydı mektuplar, ne kadar özel, ne kadar alımlıydı. O zamanlar renkli zarflardaydı yazdıklarımız. Mektup kağıdı alırdık kırtasiyelerden. İçimiz kıpır kıpır… “Sen şimdi bu mektubu okurken, ben şimdi nerede, ne yapıyor olacağım?” diye de sorardık mektubumuzda. Hem ne güzel değil mi, birinin senin yazdıklarını okurken yüzündeki tebessümle senin de gülümsemen? Hissetmen… Hem mektuplarda konuşunca sessiz sessiz. “Ben de seni arayacaktım!” demeyiz birbirimize. Mektupta hissederiz, her satırda kimseler duymadan konuşuruz. Kimse müdahale edemez bu içten muhabbete.

Ne kadar “Muhteşem”di mektuplaşmamız değil mi? İsmin gibiydi her şey. 

“Zamanla nasıl değişiyor insan” diyen Cahit Sıtkı çok haklıydı. Anladığım o ki, hatta sadece insan değil mektuplar da değişiyormuş, yazılanın elinden, gözünden uzağa atılıyormuş, dosyalar içinde saklanıyormuş. Gizli hatıra defterinin kilidi kırılıyormuş hoyrat ellerle.

Bizim mektuplarımız böyle olmadı mı? En son senin için yazdığım ve mahkemeye giden “Muhteşem” mektubumla kalem, kağıt, zarf ayrı düştü elimden. Tutuldu mektuplarımın gülümseyen ay yüzleri. 

Delildi, suçtu sana yazdığım mektup. Masum olan ama okunması yasaklanan her kitap gibiydi. Sadece sen okuyasın diye yazmıştım oysa, en son “Muhteşem” mektubumu. Gizli özel tarihimize küçük bir not düşmüştüm ama o sabah… O kasım sabahı… Evinize dolan onca insan(!) kirli gözleriyle okudular yazdıklarımı. “Muhteşem Hocam” diye yazışımı kıskandılar.

Aslında senin ismini çekemediler. Muhteşem oluşun ağır geldi onlara. Oysa “Muhteşem Hocam…” hitabım sendin. Masum bir hemhâl oluştu seninle. Hasbihâldi sadırdan satıra dökülen…

“ ‘Muhteşem Hocam’da kim?” diye birbirlerine sordular. Kafaları karıştı. Bir mektup ve muhteşem ve hocam… İşte “Muhteşem” bir belgeydi buldukları suç kayıtlarına. Büyük bir iş başarmışlardı akıllarınca. Hâlbuki edebiyat öğretmeniydim ben. Edebiyat, muhteşem bir hayat tarzıydı be-nim için. Okumak, yazmak… Hayat edebî olunca, sanat da insanın hep yanı başındaydı. Mektup yazmak da bir edebî güzellikti aslında. İnsan olan, kötü niyetli yaklaşmazdı hiçbir edebî değere ama zihninde kötü niyet asılı olanlar, senin için yazdığım “Muhteşem Hocam” mektubuma takılıp kaldılar. Yazdıklarımdan yakın ve uzak anlamlar seçtiler “Muhteşem” bir şekilde. İsminin çağrışımını suç ilan ettiler. İki anlamlıydı ismin. Bizim için bir iltifat, onlar için hem itiraftı, hem lüzumsuz kaygılarına aynaydı bu tutumları. Önce emniyetteki sorguda cevap aranmıştı “Muhteşem Mektup” için! Sonra da nöbetçi mahkemede o gece yarısında “Muhteşem Hocam” ifadeli mektubumu eşine sormuştu hakim. O da: “Arkadaşının yazdığı edebî bir mektup” diye biliyorum demişti. Hem mektup başlı başına bir edebî türdü. Bilmeliydi herkes!

       Aradan aylar geçse de bir sonraki mahkemede, herkes sessiz, herkes üzgün ve gerginken, hakim: “Bir de delil olarak ‘Muhteşem Hocama Mektup’ var!” deyince, eşin artık bu sorudan bıkmışlıkla: “Sayın hakim, o benim eşimin ismi!!!!” demiş, herkeste bir tebessüm belirmişti, gizli gülüşmeler… Hatta avukatınız da senin nüfus cüzdanının bir fotokopisinin önlerindeki dosyada olduğunu söylemişti.

Ben nereden bilecektim Muhteşem? Senin adına yazdığım mektubun “Muhteşem” çağrışımlarla mahkemelerde gezecegini? Tarih tekerrür etmişti bu “Muhteşem”di. Üstadın “Ramazana Dair” yazdığıyla Ramazanlar, senin ismine yazdığım mektubumla da “Muhteşem” olanlar sorgulanmıştı.

“Gizli Özel Tarih” değildi artık mektubum. Mahkemede delil, hakimin ağzında bir suç duyurusu, eşinin ve avukatınızın savunması gereken “Muhteşem” isminle “Tarihe Bir Not” düşmüştük çoktan.

Şimdi sana bu “Muhteşem” ismi koyan babana rahmetler dileyerek hitama erdiriyorum mektubumu. Ve biliyor musun, dostum, hocam? “Muhteşem” bir kararla artık sana tekrar mektup yazmaya devam edeceğim. Mektuplarımın başlığı da belli:  “Muhteşem’e (Muhteşemlere) Mektuplar” 

You may also like...

1 Response

  1. Canan says:

    Mektup yazmak “Muhteşem ” bir duygudur. Mektup yazmak da, mektup almak da. Ama unutulan bir değer sanki günümüzde.
    “Muhteşem Hocam” iki anlamlı olmuş hakikaten. Bir hikaye gizlemiş içinde.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *