ŞİİRLERLE HASBİHÂL-1: YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK
TUGAY YALÇIN
Zaman eskitiyor. Güzellik anlayışı değişiyor; ama bilinen ve değişmeyen bir şey varsa oda, şiir okuyanların güzel düşünceler ve umutla geleceğe bakmalarıdır. Neden mi? Şiir okuyabiliyorsanız böyle bir zamanda, türkü söyleyebiliyorsanız ve hele de çayınızı demli, az şekerli veya şekersiz yudumlayabiliyorsanız… Hele de her yudumda içinizde bir hasret tülleniyorsa, yüreğinize gam kervanı çadır kuruyorsa, dostlarınız yâdınıza geliyorsa, “ah memleket” diye bir ses kulaklarınızdan gönlünüze sızı oluyorsa ve çayınızdan tüten dumana saklıyorsanız gözlerinizin buğusunu… Kusuruma bakmayınız amma siz bir gönlü güzelsiniz.
Bugün sizinle bir şiirin hasbihâlini etmek istiyorum. Sosyal medyada dolaşırken denk geldiğim, “Haydar Ertem” diye bir beyefendinin seslendirdiği, seslendirmeden çok haykırdığı veya bana öyle gelen bir şiir… Tevâfuktur ki; “İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar!” diyen Yaşar Kemal’in cenaze töreninde okunuyordu. “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” Yani Adnan Yücel’in insanların gönüllerine şifa olsun diye kaleme aldığı güzel bir şiir. Diyeceksiniz belki; “Ee hocam bunlar…” Demeyiniz lütfen, eğer gönül ortaya konarak bir kitap yazılıyorsa, satırlar dökülüyorsa ve o satırlar güzel olanı bilerek veya bilmeyerek sînenize duyuruyorsa demeyeniz… Hele de sizin gibi gönlü güzellerin diline yakışmayacak şu-cu, bu-cu… Zîra bizim işimiz kimsenin ne siyasetinde, ne görüşünde, ne inancında, ne de parasında, pulunda. Bizim işimiz bu insanların önümüze, gönlümüze koyduğu satırlarla… O yüzden ben bu yazıda kimdir, nedir, necidir bakmadan, satırlarla hasbihâl etmek istiyorum ve tabi işi biraz daha ileriye götürerek bu şiiri şâirinden bağımsızlaştırarak, kendimce, gönlümce konuşacağım. Gönül ve güzel isimlerini de sık zikredeceğim. Yine bu iki güzel kelimeyi de sevgili dostlar, kimse sizden daha iyi bilemez veya yaşayamaz, hissedemez. Öyle ya, her kelimenin kendine has mânâsı kadar, rûhu da vardır. Görüp okunmaz da hissedilir içerde.
“Aşksız ve paramparçaydı yaşam,
Bir inancın yüceliğinde buldum seni,
Bir kavganın güzelliğinde sevdim.
Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
Öyledir dostlarım… Bir bakınız etrafınıza. Nasıl buldunuz ailenizi, sevdiklerinizi, sizi siz yapanları, gönlünüzün tam ortasına bağdaş kurup muhabbet sofranızdan kaşıklayanları? İnançların en seçkini değil midir, bunca nimetin sebebi hikmeti ki imtihanlar da, kavgasını verdiğimiz dava da bir ayrı bir nimettir? Evet bu kavganın güzelliği sımsıkı tutmuyor mu birbirimizi? Bu kavgada daha çok gönüllerimiz çarpışıyor, çarpıştıkça insanın kendine, insanın eşine-dostuna, insanın denizin mavisine muhabbeti arttıkça artıyor hani… Daha çok seviyor, daha anlamlı seviyor. Sevmeyi biliyor yâhut yaşıyor ve güzel nâmına koşturan herkes bilerek yâhut bilmeyerek yeryüzünü aşkın yüzü yapmak için gayret etmiyor mu? Öyleyse gönlü güzel olanın kavgası bitmez kardeşim, tâ ki yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.
“Aşk demişti yaşamın bütün ustaları,
Aşk ile sevmek bir güzelliği
Ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
İşte yüzünde badem çiçekleri,
Saçlarında gülen toprak ve ilkbahar…
Sen misin seni sevdiğim o kavga?
Sen o kavganın güzelliği misin yoksa…”
“Aşk” sihirli bir kelime. İnsanı aldatan da kâmil yapan da aynı duygu. Yaşamın bütün ustalarınca; nice satırlarıyla yüreklerimizi titreten şâirlerce, bir romanın iki kapağı arasına koca koca dünyaları sığdıran yazarlarca, nağmelerinin arasında yüreklerimizi eriten bestekârlarca, müzisyenlerce aşktır her güzelliğin müsebbibi veya kaynağı. Gönüllere-zihinlere rehberlik eden onca âlimlerce; öyle ki Yunus misâli, Mevlâna misâli, aşk-ı hakîkinin bayraktarlığını yapmış nice aşk ustası gelmiş, geçmiştir şu dünyadan ve her biri ya bir şiir, ya bir kitap, ya bir-iki çift kelam bırakmıştır gönüllerimize birer miras, nefes. “Kâinatın mayası sevgidir!”, aşktır. Hâsılı güzel olanın ardında her dâim bu duygu vardır. Amma bu güzel duygunun nasıl kullanıldığı; kullanmak demeyelim de insanın nasıl sevdiği ve neyi sevdiği önemlidir. Hani gönül sermayesi bu dünyanın nâmına kirlenirse geriye hırs kalır, para pul sevgisi, mal mülk deliliği kalır, makam-şöhret hastalığı kalır… Yani zehirlenirsiniz, su misâli akıp giden, daha dün gibiydi denilen yıllar hebâ oluverir. Öte yandan önce kendini sevmeli insan, önce kendi kıymetini kendi bilmeli, sonra gönlünde biriktirdiklerini; sımsıkı sarılmalı dostlarına, ailesine, yoldan geçerken uçan bir kuşun veya misk gibi kokan bir çiçeğin farkına varmalı ve sevmeli. Alabildiği nefesin, önündeki nimetlerin, dibindeki veya bir telefon kadar yakınındaki sevdiklerinin, kendine dua edenlerin farkına varmalı ve bunları vereni sevmeli.
“Bir inancın yüceliğinde buldum seni,
Bir kavganın güzelliğinde sevdim.
Bin kez budadılar körpe dallarımızı,
Bin kez kırdılar.
Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz,
Bin kez korkuya boğdular zamanı,
Bin kez ölümlediler…
Yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz!
Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek,
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri,
Suyun ayakları olmuştur ayaklarımız,
Ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
Yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık,
Törenlerle dikilirdik burçlarınıza…
Türküler söylerdik hep aynı telden,
Aynı sesten, aynı yürekten…
Dağlara biz verirdik morluğunu,
Henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz…”
Dostlar, şunca çekilen sıkıntının, savaşların, zulümlerin, tir tir üşüyen gözyaşlarının, bir kenarda kimsesiz ölümlerin, açlıktan bayılıp düşmelerin sebebi hikmeti sevgiyi bilmeyen, tanımayan, tatmamış talihsizler değil midir? Bir yerlerde mektebe gitmesi gerekirken iş peşinde koşan masum çocukların, bebeğine emzirmesi gereken sütü toprağa sağan acılı bir annenin, tüm ailesini umuda diye koşarken Meriç’in sularına emanet eden, aklını yitiren bir babanın… ve daha nicesinin sebebi sevgi bilmeyen, gönül sermayesini hırslarla, çirkinliklerle, zulümlerle, vahşiliklerle doldurmuş insanlar değil midir? Öyle ya gencecik fidanların dalları kırılıverdi, gönüller kırıldı, kemikler kırıldı, insanlık kırıldı… O yüzdendir bu kavga güzel dostlarım. Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek durmamalı insan. Sevmeli, sevgiyi yaşamalı ve gözlerinden okunmalı ışıltısı ve öğretmeli insanlara sevmeyi, tattırmalı…
“Saraylar saltanatlar çöker,
Kan susar birgün, zulüm biter.
Menekşelerde açılır üstümüzde, leylaklarda güler.
Bugünlerden geriye;
Bir yarına gidenler kalır,
Bir de yarınlar için direnenler…
Şiirler doğacak kıvamda yine,
Duygular yeniden yağacak kıvamda…
Ve yürek imgelerin en ulaşılmaz doruğunda!
Ey herşey bitti diyenler!
Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler!
Ne kırlarda direnen çiçekler,
Ne kentlerde devleşen öfkeler,
Henüz elveda demediler.
Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
Bakınız koca tarihe, nice sultanlara, şahlara kalmadı dostlar bu dünya ve kalmaz. Kendini ölümsüz sana firavunlara, tarihin tozlu sayfalarında lanetlerle anılanlara kalmadı bu dünya… Bakmayın siz şimdilerde dünyada cellat gibi gezen, bakışı kirli, ağzı kirli, dili kirli talihsizler gürûhuna. Gidecekler. Zulümle, gözyaşıyla, insanların acılarıyla, daha doğmamış yavrucakların haklarıyla kurulan saltanatlar elbet çökecek ve çökmeye de mahkumdur ve bu günlerden geriye her şeye rağmen sevginin, aşkın, muhabbetin rehberliğiyle direnenler kalacak. Yarınlara, şimdilerin saltanat sofralarının artığıyla beslenenler, yüzlerinde koca bir utanç, yüreklerinde koca bir karayla gidecek… Yarınlara, asıl en çok hak edenler, yeryüzünü aşkın yüzü yapmak için dişini tırnağına takanlar, her şeye rağmen güzel olanın savunucusu, güzel olanın bayraktarı olanlar kalacaklar. İnadına tebessüm edip, sabrın kahramanlığını yapan, nice gönüllerin ellerinden tutanlar, insanlara umut olanlar kalacak, yarınlar için attığı her adımda bir şiir, her güldüğünde bir gül, her konuştuğunda nefes olanlar kalacaklar.
Şiir de, türkü de hüzünden, efkardan, aşktan, muhabbet de… Hâsılı gönülden beslenir. Nice türküler yakılacak, nice şiirler, güzel kelamlar yazılıp ses olacak… Gönlü güzellerin gönül bahçelerindeki çiçekler asla solmaz, solmayacak. Öfke, kin, nefret uzak dursun, bizim dostlarımızın gönüllerinde sevgiler devleşecek ve ancak gönlü güzeller iyileştirecek, şifa olacak bu koca dünyaya. Koca koca devletlerin, zenginliklerin yapamadıklarını yapacak ve yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek savaşacaklar. Öyle dostlar… Dur olmamalı, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek koşmalı, dinlenmemeli, yorulma bilmemeli, koşmalı… YERYÜZÜ ER YA DA GEÇ, ÖYLE VEYA BÖYLE AŞKIN YÜZÜ OLACAK…!
“…Diyeceksiniz belki; “Ee hocam bunlar…” Demeyiniz lütfen, eğer gönül ortaya konarak bir kitap yazılıyorsa, satırlar dökülüyorsa ve o satırlar güzel olanı bilerek veya bilmeyerek sînenize duyuruyorsa demeyeniz… Hele de sizin gibi gönlü güzellerin diline yakışmayacak şu-cu, bu-cu… Zîra bizim işimiz kimsenin ne siyasetinde, ne görüşünde, ne inancında, ne de parasında, pulunda. Bizim işimiz bu insanların önümüze, gönlümüze koyduğu satırlarla…”
Çok doğru söylemişsiniz. Ve hasbihalinizin devamındaki satırlarınıza nazireyle:
“Aşk imiş âlemde her ne var ise ilim bir kıll ü kal imiş ancak” ( Fuzuli)
Kaleminize sağlık…