BENİM BAYRAMIM
Sadık-ı Meva
“Vedalaşıyor herkes! Bense babama sımsıkı sarılıyorum. Kulağıma eğilip “bu evin direği sensin kızım!” diyor. Önce Allah’a sonra birbirimize emanet ediyor bizi.“
Karanlık bir sokakta yürüyorum, adımımı nereye attığımı göremeden. Pis bir koku geliyor burnuma ve
etrafıma bakıyorum kimseler yok. Adımlarımı hızlandırmaya başlıyorum şayet durduğum yerde kalmış olsam belki korkum iki katına çıkacak. Koşarken peşimden birilerinin geldiğini hissediyorum. Hızımı iyice arttırıyorum arkamdaki insandan kurtulmak için ama nafile! Şu an soğuk nefesini ensemde
hissediyorum. Birisi omzumdan tutup yakalayıveriyor beni ve elindeki bıçağı acımasızca sırtıma saplıyor. Bu dayanılmaz acı ile sokağın ortasına seriliveriyorum!
Alarmın sesi ile uyandım bu kabus dolu uykudan. Bu nasıl bir rüyaydı böyle! Sırtıma saplanan bıçağın acısı hala sırtımda sanki. Felaket bir acı! Doğrulmaya çalışıyorum; yok yok bu acı beni yatağa kilitlemiş durumda, kalkamıyorum. Bedenim nasıl kasıldıysa sanki gerçekten sırtımdan bıçaklanmış gibiyim. Odamın kapısını annem aralıyor, “hazırlan!” diyecek muhtemelen. Bugün bayram da… Burada gelenek midir nedir bayramın ilk günü herkes köyüne gider. Birbirlerinin hal ve ahvallerinden haberi olmayan pek kıymetli akrabalarımızın buluştuğu gündür bayramın ilk günü. Köye gideceğiz anlayacağınız! Sabahın nurunda hem de…
Bayram demiştim değil mi? Bu seferki bayram kendisini pek bayram gibi hissettirmiyor bana. Hani evlerde bayram sabahı herkes erkenden uyanır, ailenin bütün fertleri bayramı karşılamak için hazırlık içindedir ya! Anneler kahvaltı hazırlar, kızları sofranın kurulmasına yardımcı olur ve saire… İşte bu bayram sabahı bu anlattıklarımdan eser yok! Biliyorum bu bayram pek de istediğim gibi geçmeyecek. Benim gerçek bayramım ne zaman başlıyor biliyor musunuz? Bayramın ikinci günü yani babama sarılabileceğim “açık görüş” günü! Küçük çocukların babalarına kavuştuğu gün. Annelerin evlatlarına hasretle sarıldığı işte o gün benim bayram günüm. Aile fertlerinin birbirlerine kavuştuğu bu günde herkes pek mesut. Eminim ki o güzel insanların yüzündeki mutluluk güneşini siz de görmek isterdiniz.
Ne acılar yaşanıyor biliyor musunuz? Ben babama ayda bir sarılabiliyorken başka çocuklar beş altı aydır sesini bile duyamıyor babalarının -gözyaşlarım hemen de akıveriyor!- Bayramın ikinci günü geldiğinde herkes ama herkes ancak sevdikleriyle beraber olabilecek. Şimdi size oturup da pek kıymetli akrabalarımdan bahsetmek istemiyorum, hele hele bayramın ilk gününden asla! Direkt bayramın ikinci gününden mevzuya gireyim. Çünkü ben size gerçek bayramımdan bahsetme istiyorum. Benim gibi olan insanların bayramından…
Görüş günü sabahı erkenden kalkıyor bir güzel hazırlanıyorsunuz. Sonra da zalim gardiyanlar sizi ararken her şeyiniz alt üst oluveriyor. Kaç tane kontrol noktası ve aramadan geçiyoruz biliyor musunuz? Neyse beş dakika sonra babamı göreceğim ya az daha “sabır!” diyerek kendimi teskin
ediyorum. Babamın o huzur dolu gözlerini bir görseniz; “biz burada çok iyiyiz, sağ olsun arkadaşlar her türlü yardımcı oluyor bize!” deyişini… Bizi teskin ediyor kendince ve gönlümüzde yanan ateşleri görürcesine yangınımızı söndürmeye çalışıyor bu naif kelimeleri ile… Babam ve babam gibileri hep böyledir zaten! Onlar içeride hep iyidir, sadece hasret ağır gelir yüreklere, gözyaşları sağanak olmuş yağıyordur kalplere…
Annem ve iki kardeşim ile hemen bir masa seçiyor ve oturduğumuz yerden kapının açılmasını bekliyoruz. Çok pardon ya oturduğumuz yerden olur mu? Ayakta bekliyoruz her birimiz gelecek olanları… O günü hiç unutamam. Çoğu insan ayakta! Kimisi evladını kimisi eşini kimisi abisini kimisi de babasını bekliyor… Ayaktayız ve pür dikkat kapının ardındaki ayak seslerini dinliyor kulaklarımız. Az sonra kapının açılışını ve o mütebessim çehreleriyle içeriye giren güzel insanları görüyor gözlerimiz. Kapının ardından gelen insanları görünce kalabalık birden mutluluk çığlıkları atıveriyor. Allah’ım bu nasıl bir mutluluktur böyle! Annelerin gözleri doluveriyor, çocuklar babalarına doğru koşup sımsıkı bacaklarına sarılıyor. O “saliha”lar ayrı bir heyecanla eşlerinin masaya gelişini izliyorlar. O gözler, o gün muhatabına ne çok şey anlatıyor bir görseniz… Gözler konuşuyor adeta! Diller lâl olmuş sanki. Bakışlar, komutayı eline almış anlatıyor gönlün hasret namelerini… Öyle mutlu ki herkes sanırsınız hapishanede değiliz, gardiyanlar bile mutlu! Gerçek mutluluk neymiş görün bakalım…
Ve zaman hızla akıyor. Mutluluğumuz gardiyanın sevimsiz uyarısı ile son buluyor. Toplam görüş saati 45 dakika. Zaman, görüş anında sanki su gibi akıp gidiyor. Son dakikalara doğru aile fotoğrafı çekiniyoruz. Mutluyuz mutlu, gülümsüyoruz kameraya. Niye mutlu olmayalım? Benim babam suçlu değil ki! Niçin üzülelim, Allah aşkına! Ardından “görüş bitti!” sesi tırmalıyor kulaklarımızı. Bir beş dakika daha kalsalardı diyemiyorsunuz.
Vedalaşıyor herkes! Bense babama sımsıkı sarılıyorum. Kulağıma eğilip “bu evin direği sensin kızım!” diyor. Önce Allah’a sonra birbirimize emanet ediyor bizi. Omuzlarıma yüklenen bu ağır yükü Rabbime havale ediyorum.
Gidiyor güzel insanlar, sevdiklerini arkada bırakıp çilenin dört duvarına geri dönüyorlar. Gönlünüzü ferah tutun a dostlar! Gün gelecek bu masum insanlar alınlarının akıyla çıkacaklar! Yaşadıkları bu olayları hatırladıklarında ise “Hey gidi günler!” diyecekler. Elemi gidecek lezzeti kalacak…
Selametle kalınız!