İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN(Kitap Analiz)
Zemheri
Kitabın kapağında vakur duruşuyla Sabahattin Ali karşılar sizi. Elleri cebinde, başı dik karşıya bakıyordur. Belki uzaklara, çok uzaklara. Neresi olduğunu hiç öğrenemeyeceğimiz yerlere. Ellerini cebine koyması da bulunduğu ortamdan tamamen koptuğu izlenimini verir insana.
Giriş yazısı Selim İleri imzalı. Bir dönemki Türkiye gerçeğini gözler önüne seriyor. Hâlâ kısmen de olsa geçerliliğini koruyan cümleler… Siyasi görüşlerin; cümlelerin, kelimelerin önüne geçtiği, yazarı – şu’cu dur – bu’cu dur diye eserlerin okunmasına tepki gösterilen, yasaklı dönemler. Güzel olan şu ki; artık bu düşünce epey dar bir kesimde kaldı.
Kitabın yolculuğuna gemide başlanır. Yan yana oturmuş iki arkadaşın birbirlerini anlamaktan uzak cümleleriyle atılır ilk adımlar. Ve ilerleyen sayfalar bu anlaşmazlığı kâh büyütecek, kâh kesiştirecek. Kesişecek, çünkü her insanın içinde zaptolunması, dizginlenmesi gereken, aksi taktirde insanları aynı çukurda buluşturacak olan şeytanı mevcuttur. Herkesin kara bir noktası var, yüreğinin güzelliğiyle o karanlığı yenebiliyorsan farklısın. Zor ama imkansız değil bu mücadeleden başarıyla çıkmak. Yoksa sonu hüsran, yoksa sonu acı,gözyaşı. Hem kendine, hem sevdiklerine… Şartlar der, ipleri gevşetirsen önce sendeler ardından düşersin. Ömerin zaman zaman Nihatla aynı yere düşmesi gibi…
Macide… Kitabın “esas kızı”. Güzelliğini, karakterinin güzelliğiyle tamamlamış. Yaşıtlarından farklı olarak; ideal edinmeyi, bakmayı değil görmeyi, duymayı değil anlamayı başarmış biri. İncelemekten, sorgulamaktan çekinmeyen, duruşu net bir karakter. Ortamına göre renk değiştirmeyenlerden.
Tek tek düşünüyorum da hepinizi, aahhh Ömer, ne denir ki sana? İç konuşmalarını, bazen başımla onaylayarak bazen itiraz anlamında sallayarak okudum. Koşarken nefes nefese kaldığında nefesimi tuttum. Sona geldiğinde, – böyle yapmasaydın iyiydi demek olmaz ama- yapmasaydın iyiydi. Belki de Bedri ‘nin kaderini yaşaması içindi hepsi, bilinmez ki…
Nihat seni de, ruhu senin gibi olanları da sevmiyorum demiş miydim? Çünkü; güzele dair, iyiye dair, dosta, güvene, inanca dair çok şeyi yıkıyorsunuz. Sahi aslında yıkan siz değilsiniz, değil mi? İçimizdeki şeytan. Sizler sadece kapıyı aralamakta ona yardımcısınız.
Ve Bedri…. Sessiz sevenlerin, fedakarlıkla sevenlerin timsali. Ama sevgide fazlaca susmanın yitirmek olduğunun da örneği. Büyük yitirmeler büyük bulmalara sebepmiş, öyle mi?
Ömer sana çok kızdığım bir yer var, neresi biliyor musun?
“Şu kainatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Beni boş hayallerle avunmaktan kurtardın.
Bu dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. “ cümlelerini vezneciden duyduğumuz an.
Bir insana bu cümleleri kurduracak kadar zarar vermek olur mu?
Peki Ömer seni – hafiften- affeder gibi olduğum yer neresi biliyor musun?
Sevmene, çok sevmene rağmen ‘ben onu mutlu edemedim, edemem’ diyebilmen, kenara çekilmen. Olur mu hiç, yapılır mı diye avaz avaz bağırmak mı lazım, kader deyip susmak mı lazım bilemedim.
Aslında yazar, hayatın ve kitabın asıl gerçeğini arka kapakta kısa ve net anlatmış ;
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fillerimin bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… “ Kaçımız hatalarımızı, eksiklerimizi, yapmadıklarımızı, ağlatıp incittiğimiz yüreklere kör olmanın yolunu İçimizdeki şeytan, ah bu içimdeki karanlık taraf diye açıklamadık ki? İlla cümle kurmaya gerek yok, kaçımız mücadele etmek yerine, şeytana yüklediğimiz eksiklerimize, yanlışlarımıza sığınmadık ki?
Bir devrin hezeyanları, aynı evde yaşayan ama birbirinden kopuk aileler, üç beş kuruş için yerlere kadar temenna ile eğilenler, mağrur duruşun anlamından dahi uzak insanlar. Birbirinden farklı, hepsi hayatımızın gerçeği olan karakterler.
İş olsun diye okunmaz bir kitap. Bakmak lazım, ne kattı bana, ne öğrendim? Macide’nin dik duruşunu, Ömer’in gel-gitlerine rağmen ayağa kalkma çabasını, Bedri’nin safiyetini ve Nihat ruhluların şu dünyayı nasıl kararttığını öğrenmiş miyiz?
Ben neyim, neredeyim, İçimdeki Şeytan’ı ne kadar zaptedebiliyorum diye sorduğumuzda cevabı huzursa doğru yoldayız. Yürümeye devam…
içimizdeki şeytan’a farklı bir bakış açısı olmuş açıkçası. ömer yapılılar hayatın her kademesinde mevcut. ne sevdiğini tam sevebilen ne de nefret ettiğinden tam nefret edebilen… bu ifrat tefrit yürütülemeyen hayatlar ve birbiriyle kesişen noktalar… tebrikler. güzel bir kitap analiz örneği. her ne kadar yorumcunun hissiyatları fazla girmiş olsa da bu da yorumu daha bir okunulası kılıyor. 🙂