BUĞU* EFSANESİ
ESRA DOLUNAY
Işıl Işıl bir sabaha uyandı. Sıcacık Çadırın kapısını açtığında içeri giren temiz kar havasını içine çekti ve heyecanla seslendi :
Yaşasın kış!
Gökyüzünde tüm çadırların dumanları yeni ağlar örüyor. Bazıları, demin geçmiş bir uçağın dumanına karışıyordu.
-Nehirden az su doldur Kızım!
Annesinin sesini duymasıyla kovayı kapması bir oldu. Ufka doğru uzanan nehre bir çırpıda ulaştı. Ayaklarının altında çıtırdayan buz , suyun derininden geçen bir somon yavrusu…Kovayı daldırdığında buz tutmuş yüzeydeki yansımasına baktı. Kırmızı yanaklar, ciddi bir ifadenin ardındaki sıcak gülümseme ;tıpkı soğuk bozkırın ortasındaki sıcak ateş gibi ve onun kıvılcımlarına benzer ışıltıda gözler…Çadıra döndüğünde çay çoktan hazırdı. Az sonra babası bir kucak odunla içeri girdi:
-Bu kış öncekinden soğuk geçecekmiş. Bu yıl ejder yılı. En son ejder yılında , gece havaya atılan su, buz olarak düşüyormuş yere. Annesi çayları doldurup radyodaki ağır nameli müziğin sesini kısarken:
-Atların ağılına bir kat daha keçe sarmak gerek .Çaylarımızı içtikten sonra o işi halletsek iyi olacak . Dedi.
Dumanı üstünde sıcak taze sütle yapılmış çaylarını yudumladılar. Çocuk heyecanla araya girdi
-Bu sefer onu göreceğim !
-Kimi?
-Birisi değil , ninem söylemişti ya, Buğu’yu..
-O da neymiş? diye kafasını sıcak kaseden kaldırdı babası.
-Sadece yılın bu ayında ortaya çıkıyormuş Buğu. Gösterişli , asil boynuzları ve gümüş rengi tüyleri varmış. Onu avlamaya çalışan avcılar ortadan kaybolur bulunamazmış. Sesini duyanlar varmış ve bu sesi asla tarif edemezlermiş. Annesi gülümsedi:
-Ninen sana Buğu efsanesini mi anlattı . Benim küçüklüğümde de olan bir hikaye o.
-Gerçek mi peki ?
-Eskilerin anlatageldiği bir hikaye sadece. Bu sefer babasına döndü :
-Buğu gerçek mi baba ?
-İnanıyorsan gerçektir !
…
-Ben atlara bakacağım!
Çocuk, ışıldayan karlara ilk basan olmanın mutluluğu ile ağıla doğru yürüdü. Karşı tepedeki ağaçlar sisten yorganını bürünmüştü .
-Ne var ne yok Yakamoz?
Bu grili siyahlı at en sevdiğiydi. Diğerlerinin de Yemlerini ve sularını tazeledi.
-Şimdi senle bir tur atalım mı ?
Atı hazırlaması uzun sürmedi . Özgürlük, güven ve sadakatle yetiştirilmiş atlar için eğere ihtiyaç duyulmazdı. Burada bir şeylere sahip olunmaz; ancak buraya ait olunurdu.
Karlı bozkırda yankılanan sesle dört nalın sesi birleşti. Rüzgar, ıslığı;kartallar çığlığıyla bu gezintiye eşlik etmişti.
Donmuş ırmak ve yalnız tepe geçildi . Vadideki sisli orman efsanelerden çıkmış kadar olağanüstü ve ihtişamlıydı.
-Artık buradan geri dönelim . Diye çevirdi atı çocuk.
Yakamoz kulaklarını dikleştirdi. Ve buharlı bir homurtu çıkardı.
-Hadi yakamoz devam et .
Diye iterken atı, alışılmadık bir armoni dalga dalga yayıldı vadiye. Gözlerini atın baktığı yöne çevirdi çocuk…
Sisli ormanın girişinde iki göz onlara bakıyordu, bozkırdaki yaz geceleri elini uzatsan dokunacakmışsın kadar yakın iki yıldız gibi bakıyor ve baktıkça insanı bir galaksinin ortasına itiyordu.
Ay ışığını üzerine sermiş tüyler ve gökyüzüne uzanmış asil boynuzlar.. ürkek ama tanıdık, yalnız ama nadir , güçlü ama vakur. Her daim bir sır saklıyormuş gibi. Aynı zamanda kainattaki tüm sırları ortaya dökmüş gibi. Tüm bu duyguları hissettirebilen bir canlı ..Buğu!
Olabilir miydi?
… Durmuş bir an , kum saatinin tam ortasında duran kum tanesi gibi bir an; Buğunun ormanın derinliklerinde kaybolmasıyla zaman, ilkbaharda buzları çözülen nehir gibi tekrar akmaya başladı..
Şimdi dört nala eve dönerken çocuk, anlatacağı şey belliydi.
Gerçek; inandığın şeydi.
——————-*Buğu: Eski Türkçede (Göktürk) “bukug” geyik anlamına gelir . Günümüz Türkçesine buğu olarak geçmiştir . Hala Kırgızca ve Moğolcada aynı isimle kullanılır.
Buğu … Nasıl güzel bir hikâye bu.
İnandığımız şeylerin “geröek” ten yaşanması ümidimle Esra Hocam…
Bundan sonra ” buğu” diyeceğim yaşadığım bu yerde onları her gördüğümde. Ve gönülden gülümseyerek …