Gazete
Fuat Şahin
Saçlarım uzadığında berbere gitmek pek adetim değildir. Ya uzun süre hiç dokunmam, veya evdeki makinamla kendim 3 numaraya vurur geçerim. Haliyle ayağımın alıştığı bir berber dükkanım da yok. Keyfim nereye isterse oraya giderim.
Yine saçım pek bir uzamıştı. Artık iyice paçoz bir hal alınca kesmek iktiza etti. Fakat kirli sakal bırakmış olmadığım için 3 numaraya vurmak da içimden gelmiyordu. Bir berbere gidip sağdan soldan toparlatayım dedim. Evime yürüme 7-8 dakika mesafede olan bir mahalle berberi vardı. Önce telefonla arayıp randevu almayı düşündüm fakat sonradan bir mahalle berberinin muhtemel cevabı aklıma geldi “Tamam abi sorun yok ne zaman boşsan buyur gel.” Bundan mütevellit telefon etmeye içtinab edip üstüme iki parça bir şey giyerek yola çıktım.
Berber dükkanına varınca kale kapısından biraz hallice olan camekanlı kapıyı güç bela ittirdim. Kapı açıldığı anda genzime keskin bir pudra kokusu hücum etti. Havada uçan milyon saç zerreciklerinin ciğerime dolduğunu hissettim. Her şeye rağmen rahatız edici değildi. Pudranın kokusu oldum olası hoşuma gitmiştir.
İçeride sıra bekleyen dört müşteri vardı. En köşede şık giyimli bir delikanlı oturuyordu. Bahse varım taş çatlasa yirmi beş yaşındadır. Giydiği beyaz gömlek ve altındaki marka kot pantolonla özgüven patlaması yaşıyormuş gibi bir izlenim bıraktı bende. Hemen yanında saçı sakalı ağırmış, şalvar benzeri bol keten pantolon giyen, başında ponponlu yeşil takkesiyle mübarek çehreli yaşlıca bir amca vardı. Hacı olacak ki takke takıyor. Gerçi belli bir yaş haddini aşan tüm amcalar takke takıyor artık ama ben hüsnüzan etmiş bulundum.
Beri tarafta ise orta yaşlı şişman bir adam koltuğa adeta yatar pozisyonda serili oturuyordu. Orta direk bir mahalleden olduğu anlaşılan adam gamsız gamsız etrafını kesiyordu. Bıraksanız 5 saat öyle kös kös oturur hani, öyle bir gamsızlık. En sonuncu müşteri ise uzun boylu, takım elbiseli, 30’larında bir gençti. Memur olduğunu tahmin ettiğim bu delikanlı ise 5 dakikada bir saatine bakıyordu. Acelesi olduğunu sanmıyorum. Saate sık bakıyor olması muhtemelen can sıkıntısındandı.
İçeri girip selam verdim. Aynı anda 2-3 farklı kafadan cılızca “Aleykümselam” sesleri yükseldi. Belli ki sıra uzundu. Yanıma kitap almak aklıma gelmediği için kendime kızdım. Tekrar eve kadar gitgel yapmak da zor gelmişti açıkçası. Berber beni görünce ”Hoşgeldin hocam buyur otur” dedi. Yanındaki, yeri süpürüyormuş gibi yapan çırağına “Koş çay kap gel abine” diye seslendi azarlar bir tonla. İnsanların hiç tanımadığı kimselerin sadece yüzlerine bakarak ne meslek yaptığını anlamaları hep garibime gitmiştir. Gayet sıradan bir giyiniş tarzım olsa da, hangi esnaf dükkanına girsem bana hocam der, farklı bir teveccüh gösterirler. Trafikte çevirmeye takılsam, polis memurları gayet iyi muamele eder, uğurlarken “iyi günler hocam” derler. Belki onlarca yıllık tecrübenin getirdiği insan sarraflığıdır.
Boş gördüğüm rastgele bir sandalyeye oturarak sıramın gelmesini beklerken önümdeki komidinde duran 6-7 farklı gazeteden rastgele birini elime alıp şöyle bir göz gezdirdim. Takip ettiğim bir gazete olmasa da maksat vakit geçsindi. Ne okuduğumun çok da bir önemi yoktu. Derken çaprazımda yayılarak oturan orta yaşlı adam “Hoca bu gazete kimlerin bildin mi? ” diye sordu. Bilmediğimi söyledim. “Bu gazeteyi okuma hoca. Düzenbaz bunlar. On haberin sekizi yalandır. Benden demesi. ” “Olabilir” dedim. Zaten içerik olarak da çok zayıf bir gazeteydi. Onu bırakıp bir diğerini aldım. Orta yerden rastgele bir sayfa açıp bakınmaya başladım. Magazin ağırlıklı bir gazeteydi bu sanırım. Şarkıcılar, oyuncular, fal, yıldız yorumu vs. gibi pek çok geyik vardı. Fakat bu sefer karşı tarafımda oturan hacı amca gazetenin resimlerinden rahatsız oldu. “Oğlum bu nasıl gastedir. Hiç utanma kalmamış. Cıbıldah cıbıldah garılar boy boy sayılarda. Bu hale nasıl geldik, Rabbim taş edecek sonunda o olacak.” diye söylenmeye başladı. “Haklısın bey amca, münasebetsiz şeyler bunlar. Çoluk çocuk da var hani” diyerek başka bir gazete aldım elime. Bu kez en bilindik gazetelerden birini seçmeye özen gösterdim. Bu gazetede de dindar mahalleye yakın bir gazeteydi. Yanımdaki memur kılıklı genç burun kıvırdı bu sefer. “Bak şu gazeteye, ilmihal okumak istesek camiye gideriz değil mi? Gazete de bu kadar ayağa düşmez ki canım!” İyice hevesim kaçmıştı. Tek kelime etmeden bu gazeteyi de aldığım yere geri koydum.
Boş beklemek insanın ruhunu bayıyordu. Duvara monteli halde duran televizyonun kumandasına erişip televizyonu açtım. Havadisler her zamanki gibi yine iç açıcı değildi. Urfada 2 aşiret taş ve sopalarla birbirine girmiş, 15 kişi de yaralanmıştı.
Berber, tıraş ettiği müşterisine ara makas atarken, sanki benim televizyonu açmamı bekliyormuş gibi konuşmaya başladı. “Ya hocam ne pislik varsa bu doğudan çıkıyor. Bir rahat durun be! Bu Kürtlere ekmek bile vermeyeceksin hocam ekmek!” Kaşlarımı çatıp başımı hiçbir manaya gelmeyecek şekilde salladım. Annemin Kürt olması dışında bir sorun yoktu(! )
Artık bu son damla olmuştu. Sinirlerime daha fazla hakim olamadım. Hışımla ayağa fırlayıp kapıyı çarparak çıktım. Arkamdan omuz silkerek “Ne oldu sanki canım, ne dedik şimdi” dediklerine emindim. Kimisine göre Kürt, kimisine göre dinci yobaz, kimisine göre yoldan çıkmış bir sapkın, kimisine göreyse her türlü yalana inanan bir zavallıydım. Eve gidip saçımı sıfıra vurdum. Posta kutusunda beni bekleyen gazetemi alıp her harfini tadını çıkara çıkara okurken kapı çaldı. Gelen, elinde bir tabak kısırla karşı komşum Sıdıka teyzeydi. Daha kapıyı açar açmaz konuşmaya başladı “Ah kuzum seni kapı deliğimden gördüm. Bir derdin varsa bize neden söylemiyorsun. Bu hastalık illettir, saçı döker ama Allahın izniyle şifa bulursun. Bizim Nurtenin kocasının eski patronunun çocuğu da aynı bu hastalığa yakalanmıştı ama atlatıverdi. Sen moralini bozma çocuğum.” Daha fazla dinlemeye katlanamayarak kapıyı yüzüne kapattım. Sıdıka teyze hala söylenmeye devam ediyordu: “Nurten de dediydi zaten bu hastalık insanı asabi yapıyor diye. Neyse napalım başa gelen çekilir, Allah tez zamanda şifasını versin.” Gazetemi elime aldım, okumaya devam ettim.
Bazen tebessüm, bazen ironi bazen de düşüncesiz insanların gereksiz söylemleri dizildi hikayenizde gözlerime. Hayatın yükü gazete haberlerinden bile ağır bazen Elinize sağlık. Peki sonunda gazetesini okuyabildi mi kahramanımız?
İşte tam böyle yalın sade tam bir hikaye hep içinde olduğumuz hayat sahnelerini böyle gösterebilmek . Her kahramanın sesini ayrı ayrı duyuyor okuyucu resmen . Tebrikler
İşte tam böyle yalın sade tam bir hikaye hep içinde olduğumuz hayat sahnelerini böyle gösterebilmek . Her kahramanın sesini ayrı ayrı duyuyor okuyucu resmen .