YENİDEN VAROLUŞ

MERYEM ŞENER

Göz kamaştıran, ruhu doyuran güzellikte bir okyanusun kıyısında var oldum.   Gündüzleri güneşin tüm cömertliğine şahitlik ediyor,  geceleri de dalgaların coşkulu dansında binlerce defa yıkanıyorum.  Yükselen her dalgada daha fazla aranıyor ruhum.  Bu  ritüel hayatımın anlamı şimdilik .

Kimimiz okyanustan biraz daha gerideyiz.   Bu yüzden sadece okyanusun esintisini duyabiliyoruz ya da o eşsiz kokusunu alabiliyoruz . Daha şanslı olanlarımız ise üzerimizden geçen bir kaplumbağanın ayağına tutunup kendinizi okyanusun en derinliklerine bırakıyor.

Dalgaların sakin olduğu gecelerde yıldızları seyrediyorum.  Tıpkı bizler gibi milyonlarcasının varlığı,  görkemli oluşları,  muntazam dizilişleri,  içime işleyen ışıltıları,  bu kalabalığın içinde kapıldığım yalnızlık hissini az da olsa dindiriyor.

Bazı günler insanlar geliyor yanımıza.  Üzerimizde mutluluk çığlıkları atarak koşuyorlar, yerlerde yuvarlanıyorlar,  bizi oradan oraya savuruyorlar coşkuyla.  Küçük çocuklar bizi hayallerine katip kaleler inşa ediyorlar.  Bambaşka bir şeye dönüşüyoruz bir süreliğine ama dalgaların kıskanç dokunuşları,  bu serüvenin uzun sürmesine izin vermiyor ve yeniden kavuşuyoruz sevgiliye.

Yine alışageldiğimiz normalleri yaşamak için başlıyorum güne; ama bugün sıradanlıktan çıkıyor hayatım ve  bir insan beni söküp alıyor yasadigim bu yerden.  Üzerimizde koşuşturan insanların savurmalarına benzemiyor bu.  Beni bir kutuya koyuyor ve üstümü kapatıyor.  Bu,  içimde tarif edemediğim ama defalarca yasadigim bir hissi yaşatıyor bana.  Kara bulutlar üzerimize kaplayıp yıldızlar ile aramıza girince,  bird aha onları göremeyeceğimiz anlardaki gibi olsa keske.  O devasa bulutlar her defasında beni korkutsalar da bir zaman sonra dagilacaklarini ve gok yüzüme tekrar kavuşacağını bilirdim her zaman.  Ya değilse?  Ya kaplumbağalarla birlikte okyanusun derinliklerine gidip bir daha dönmeyen arkadaşlarımın gidişi gibi bir gidişse bu?  Ya o kara bulutlar hep aramızda kalırsa?   Fark ediyorum ki bu koparış diğerlerine hiç benzemiyor.

Herkesi,  her şeyi  geride bırakma hissi… Bununla nasıl başa çıkılır onu bile bilmiyorum.  Yüreğim paramparça bir halde,  ayrılıyorum yasamayı tek bildigim yerden.  Bu uğursuz el olmasaydı şu an mutluluk dolu hayatıma devam edecektim .  Yüreğim o kadar büyük acılarla dolu ki yok oluyorum sanki.

Ben karmakarışık hislerin içinde çaresizce çırpınıyorken çok uzun bir yolculuk çoktan başlamış oluyor.  Bir süre sonra  bana oldukça yabancı bir yere geliyoruz.  Her taraf çok sıcak.  Yoksa sahilime mi kavuştum?  Ne büyük saadet..  Birden kendimi kumsalında hissediyorum.  Zerrelerime kadar isiniyorum.  Tipkı güneşimin beni o sıcacık kollarıyla sarıp sarmaladığı gibi ama o da ne?  Bu sıcak benim güneşimin sıcağına hiç benzemiyor.  Benim güneşim beni ısıtıyorken bu sıcak beni yakıyor,  kavuruyor.   Hem de beni ben olmaktan çıkaracak bir şekilde.  Keşke ölsem diyorum.  Bu kadar acı çok fazla,  keşke ölsem diye çığlık atıyorum; beni işitmeyen kulaklara…  Ama ölmek yerine eriyorum yavaş yavaş .  Bu o kadar ağır geliyor ki ruhuma,  kendimden geçiyorum.  Bir süre sonra ılık bir esinti beni kendime getiriyor.  Yoksa sevgili okyanusumun yosun kokan nefesi mi bu?  Etrafımı hissetmeye çalışıyorum.

Beni kendime getiren şeyin,  beni buraya getiren  insanın nefesi olduğunu fark ediyorum.  Öyle bir üfleyişi var ki,   çamura ruh üfler gibi… Şekillenmeye başlıyorum.  Ölmemiştim; aksine olmuştum.  Bittiğini sandığım,  hatta umduğum hayat,  başka bir ben hediye etmişti bana.. İhtişamlı bir güzellikle ikinci bir hayata merhaba demeye hazırlanıyorum farkında olmadan.

İnsanın istediği şekli alınca özenle bir rafa yerleştiriliyorum,  benim gibi onlarcasının arasına.  Tam olarak neye donuştuğumu ve ne işe yaradığımı bilmediğim için etrafımdakilerden bir çıkarımda bulunmaya çalışıyorum.  Karşı tarafta duranlar o kadar güzel görünüyorlar ki,  gıpta ile bakıyorum onlara.  Okyanusumun üzerinde gezinen dev gemilerin minik olanları var içlerinde.  Hasret ve özlemle onlara bakıyor ve ümit ediyorum.  Bir şey dikkatimi dağıtıyor.  Daha aşağılarda  başka başka kumsallardan getirilmiş yığınla kum taneleri görüyorum.  Hepsi çığlık çığlığa,  ne yapacağını bilmez haldeler.  Sesimi duyurmak için var gücümle bağırıyorum.   Başımdan geçenleri anlatmaya çalışıyorum .  Bir süre sonra bana kulak vermeye başlıyorlar ;ama inanmıyorlar.  Bir kumun nasıl olur da cama dönüşebildiğini anlamıyorlar,  yanımdakilerin şahitliği ile anlatsam da…  Bir kısmı çaresizliğinde o kadar boğuluyor ki beni duymuyorlar bile…

Bize şekil veren insan her ne kadar işini sabır ve itina ile yapsa da bazen camlar istediği şekli almıyor.  Ve işleme tekrar baştan başlamak zorunda kalıyor.  Yine eritiyor ,  yine acı veriyor.  Acından ders almazsan sonsuza kadar o acıyı yaşamaya mahkumsun der gibi.. Sonra yardim eli uzanıyor.   Tekrar üflüyor; tüm bunların sorumlusunun uyumsuz ve inançsız kum taneleri olduğunun farkında olmadan.

Beni dinleyen kum tanelerinin yeni hayata başlamaları uzun sürmüyor.  Tek bir ıkınma ile ana rahminden çıkıyorlar ve ilk nefeslerine çok hızlı ulaşıyorlar.  Her biri benim gibi raftaki yerlerini alıyorlar.

 Atölyeye bir adam giriyor. Hepimize tek tek inceledikten sonra bende karar kalıyor.  Beni sahilimden koparan kutuya benzer bir kutuya bırakılıyorum ama bu defa daha itina ile…  Etrafımda olup biteni göremiyorum ama benimle birlikte başkalarının olduğunu da fark ediyorum.  Fısıltılar duyuyorum,  kime ait olduğunu bilmediğim.  Uzun süren bu karanlıkta kalıyorum.  Bir süre sonra hassas bir ruha sahip olduğunu sonradan öğreneceğim bir kadının ellerine bırakılıyorum.   Beni boğan karanlığın içinden özenle çıkarılıyorum.  Sahildeyken üzerimizde dolaşan bebeklerin yumuşacık ayaklarının dokunuşlarına benziyor dokunuşları. Beni öyle özenle tutuyor ki yüreğimin heyecanla atmasına sebep oluyor.

Sonra biraz su akıtıyor içime. Sevgili okyanusumdan bir parça sanıyorum onu.  Heyecanla yudumluyorum kokusunu; ama yeniden yanılıyorum.  Bir daha bir araya gelmemek üzere ayrıldığımızı fark ediyorum.  Artık kum tanesi değilim.  Yanlarına dönsem de benim ben olduğuma inanmayacakları biriyim ben.  Bambaşkayım.  Ağlıyorum içten içe.

Bir süre sonra acı bir tecrübe ile ne işe yaradığımı  öğreniyorum.  Canından koparılmış başka canlara kısa süreliğine de olsa hayat vermek…

Kadın evin ortasında duran masanın üzerine bırakıyor beni dikkatlice. Etrafıma bakıyorum ve dakikalarca birlikte yolculuk ettiğimiz fısıltıların sahibi ile birlikte… Yüzünü şimdi görebildiğim muhteşem buketle tanışıyorum. Renklerinin parlaklığı kokusunun eşsizliği başımı döndürüyor adeta.

Kadın açtığı buketten aldığı gülleri teker teker can  suyuma yerleştiriyor. Her bir gül dalı ruhumu canlandırıyor adeta.  Hayatıma bir amaç sunuyor cömertçe.  Sonsuza kadar bu şekilde yaşayabileceğimi düşünüyorum.   Ne kadar mükemmel bir duygu.

Kadın bizi evinin en güzel köşesinde yerleştiriyor.  Yalnız kaldığımızda konuşmaya,  tanışmaya başlıyoruz.  Buraya nasıl geldiğini anlatıyor bana .  Ben de ona anlatıyorum.  Dost oluyoruz.  Öyle ki yaralarıma merhem dertlerime derman bir dost…  Öyle ki artık hayatımı onsuz düşünemiyorum artık.

Kendimize o kadar kapılmışız ki etrafımızda olup bitenleri fark etmiyoruz.  Birkaç gün sonra gülümün yapraklarının solmaya başladığını fark ediyorum.  O bunun,   onun yazgısı olduğunu söylüyor; ama ben buna inanmak istemiyorum.  Ona kendimin  de yok olacağımı sandığımı ancak şimdi ne durumda olduğumu,   onun da muhakkak böyle bir yolculuğunun olmaması gerektiğini söylüyorum; ama onu da kendimi de ikna edemiyorum. Usulca  gözlerimin önünde yok oluşunu izlemek beni kahrediyor.  

Kadın yanımıza geliyor.  Bir süre bize baktıktan sonra beni bir kere daha amaçsız bırakan bir şey yapıyor.  Onu benden alıyor,  güllerimi, hayatımı,  tesellimi benden çalıyor.  Lütfen onu bana geri ver diye bağırıyorum duymayan kulaklarına.  Son zamanlarında onunla kalmama izin ver diyorum , en azından bu kadarına hakkım var diyorum,   sağırlığa doğru.

Kadın gidiyor.  Savaşmaya çalıştığım yalnızlığım içinde çıldırmak üzere iken az da olsa bir teselli arıyorum. Oh nihayet…   Gülümün kokusuna ve suyuna sahibim.  En azından bu şekilde ona yakın olmaya devam edebilir,  az da olsa mutlu olabilirim.  Var  gücümle kokusunu içime çekiyorum.  İliklerime kadar onu hissetmek istiyorum, veda bile edemeden giden gülüme vefa göstermek istiyorum.

Kadın yine geliyor.  “Neyim kaldı ki zaten,  her şeyimi aldın” diye bağırıyorum ama o hiç beklemediğim bir şey daha alıyor gülümün kokusunu ,  suyunu ve beni bomboş,  yapayalnız bir şekilde yüreğimde actigi boşluğa bırakıyor.   Yine ölmek istiyorum.  Gülümün acısı günlerce içimden çıkmıyor ve sürekli ölmek için yalvarıyorum.

Ben acılarımla bir başımayken  kadının mutlu hallerini görüyorum.  Arkadaşlar ile kahkaha atıyor,  gülüyor,  eğleniyor oysa ben kahrolmuşum ve yine ölmek için yalvarıyorum.  Yanımdan geçen birine çığlığımı duyurmuş olacağım ki irkiliyor birden ve bana çarpıyor .  Yere düşüyorum.  Paramparça oluyorum bir daha asla eski halime dönemeyecek kadar paramparça.

Kadın herkesi dikkatli olmaya davet ediyor; ancak  bana dokunur dokunmaz  irkiliyor.  Onun canını acıtabileceğimi fark ediyorum.   O an içimde bir alev harlanmaya başlıyor.  Onun canını daha fazla acıtma isteği… Yeni tanıştığım bu his beni alıp hayatımın başladığı yere götürüyor bir anlığına,  belki de düşünmeden yapacağım yanlış hareketimin bana pişmanlık getireceğini hatırlatmak ısıtıyor. Sahildeki hayatım gözümün önüne geliyor.  Anneler,  gözlerinden sakındıkları bebeklerini üzerime koyarken hiç de kaygılı değiller,  hiç de  zarar göreceklerini düşünmüyorlardı.  Oysa şimdiki halim bir insanı öldürebilecek kadar güçlü ve tehlikeli.  Kadın tekrar yanıma yaklaşıyor .  Dikkatle parçalarımı toplamaya çalışıyor.  Ben son kozumu oynuyorum.  Hiç beklemediği bir anda en keskin tarafımı gösteriyorum o incecik parmaklarına.   Pamuktan parmağı birden gülümün rengini alıyor.  O an ruhumun zevkle derin bir nefes aldığını hissediyorum.

Birkaç dakika sonra amaçsızlığımı destekler gibi  bir kenarda yığıntı olarak bekliyorum.  Beklediğim bu yeri daha önce görmediği fark ediyorum.  Sahildeki atmosferi hatırlatıyor bana.   Paramparça vücudumla alabildiğim kadar derin bir nefes alıyorum.  İçimi dolduran  koku bir an tanıdık geliyor ve etrafıma bakınca gözlerime inanamıyorum.  Kadının güllerime yeniden can verdiğini görüyorum.  Kahroluyorum bir kez daha.  Kendi ellerimle mutluluğumu bitirişime ağlıyorum.  Oysaki sabırlı olsaydım birkaç zaman sonra gülüm ile tekrar buluşabilirdim.   Gözlerini henüz açmamış olan gülümün bize yaptığımı  görmemesine şükrediyorum bir yandan; ama ağlıyorum acınacak halime.

Kadın gelip beni alıyor ve benim gibi artık işe yaramayan onlarca cam kırığının içine atıyor.  Günler sonra birinin aklına geliyoruz.  ilk gittiğim cam atölyesi gibi bir yere geliyoruz.  Yeniden vücut bulmaya.  Eritiliyorum yeniden ;ama bu defa o kadar da acıtmıyor.  Sonunu bildiğim bir hikayeyi dinliyorum sanki.  Sabırla ve biraz da ümitle bekliyorum.  Acılar kimi zaman kendimden geçmeme sebep olsa da ölmek için yalvartacak boyuta gelmiyor.  Yeniden ruh üfleniyor cılız bedenime ve yeniden bir aşka kapılmak için yelken açıyorum hayatın akılalmaz sularına…

You may also like...

2 Responses

  1. Canan DUYUŞ says:

    “Sonunu bildiğim bir hikayeyi dinliyorum sanki…” siz son paragrafta böyle demişsiniz. Tebrik ediyorum okuyucu bunu hiç bilemez işte. Hep bu kim, ne? Ne oldu, ne olacak? sorularıyla akıyor hikayeniz. Psikolojik tasvirleriniz çok güçlü. Kaleminize sağlık. Tebrikler…

  2. Esranur says:

    Bir kum tanesinin yolculuğuna eşlik etmek çok güzeldi bu hikayeye bayıldım tebrikler 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *