İKTİDAR KOLTUĞUNDAN İDAM SEHPASINA

MECİT ÖZDEMİR

Sadi Borak’ın İktidar Koltuğundan İdam Sehpasına adlı eseri ilginç, bir o kadar da trajik hikâyelerle dolu. İttihat ve Terakki devrinin acı olaylarından, bu olaylara sebebiyet veren şahıslardan, İttihat Terakki’den Cumhuriyete uzanan süreçten ve bu süreçte vaktiyle hatırlı zatlar iken, yaptıkları nedeniyle yahut da uğradıkları komplolar nedeniyle idam sehpasında biten hayatların kısa ve trajik hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeler insana “ne oldum delisi” olarak değil “ne olacağım” endişesiyle yaşaması gerektiğini hatırlatıyor. Dün şartların elvermesiyle ikbal yollarında hızla tırmanan ve iktidarın verdiği güçle türlü işlere bulaşan insanların iktidardan düşünce yahut zaman ve şartlar değişince ikbal günlerinin idbar günlerine dönüşeceğinin örneklerini veriyor. 

İlk hikâye İttihat ve Terakkinin gözü kara fedaisi ve tetikçisi Yakup Cemil ile başlıyor. İttihatçılık ve vatanseverlik uğruna İttihatçı karşıtlarını gözü kapalı vuran, Babıâli baskınında yer alan, Enver’i harbiye  nazırı yapan,  ele avuca sığmayan komitecidir Yakup Cemil. Birinci Dünya savaşı yıllarında yüzbaşı rütbesiyle bulunduğu Irak’ta komutanlarıyla anlaşamaz.  Başına buyruk hareketleri nedeniyle komutanlarınca istenmemekte ancak şöhreti nedeniyle kendisine dokunulamamaktadır. Halep’te görüştüğü Enver Paşa’dan kendisine bir tümen komutanlığı vermesi talebinde bulunur. Rütbesinin buna müsait olmadığını söyleyen Enver Paşa’ya “rütbem müsait değil ise paşalığa terfi ettir,” der. Enver Paşa’nın teklifini kabul etmemesi üzerine “…Seni şu makama oturtan ben değil miyim? Ne çabuk unuttun bunları?” diyerek onun için yaptıklarını hatırlatır. Enver Paşa’nın Yakup Cemil’e karşı muhabbeti daha çok da minneti vardır. Onun için bütün hırçınlıklarına göz yummakta, onu korumaktadır. “Hele sen bir İstanbul’a git, orada beni bekle…” diyerek gönlünü almaya çalışır.

1916 yılında savaşın kötüye gitmeye başladığı günlerde memlekette Almanlardan ayrılıp ayrı bir sulh yapma düşüncesi ortaya çıkınca Yakup cemil bu düşünceyi benimser ve vatan için yararlı görür. Hükümet bu düşünceye yanaşmayınca da hükümeti devirip Cemal Paşa yahut Mustafa Kemal liderliğinde yeni bir hükümet kurma teşebbüsüne girişir. Ancak eyleme geçmeden dağılırlar. İşte bu gerçekleşmeyen teşebbüsü sonunu hazırlar.

Sadrazam Talat Bey onun hırçın ve delidolu halini sevememekte, bu halini tehlikeli bulmaktadır. Hele hükümeti devirme teşebbüsünü affedememektedir. Talat Bey ve ekibi ondan kurtulmak için bu baskın teşebbüsünden istifade ederler. Bu teşebbüsünden ve sonrasındaki faaliyetlerinden bir komplo kurup kendisini öldüreceğini söyleyerek Enver Paşa’yı da ikna ederler. İçinde bir şüphe olsa da Yakup Cemil’in haşarılıklarından bunalan Enver Paşa bu komploya sessiz kalarak Yakup Cemil’i himaye etmekten vazgeçer.  Sonrasında da divanı harbe verilir ve idam olur. 

Talat ile Enver Paşa arasındaki rekabetin kurbanı olan Yakup Cemil’in idam sehpasında can vermeden evvel ki son sözleri: “Memleketimi felaketten kurtarmaya çalıştım. Memleketi mahvedenlerin yakın zamanda benim akıbetime uğrayacaklarını görüsünüz” olur. Ve öyle olur. Bu komployu kuran Talat Paşa ve ekibi ile oyuna gelen Enver’in ömürleri de çok sürmez, Talat Paşa Tiflis’te bir Ermeni komitacının kurşunlarıyla can verirken ekibinden İsmail Canbulat ve Kara Kemal 1926 yılında Mustafa Kemal’e suikast teşebbüs ile suçlanıp hainlik damgası yiyerek idama mahkûm olurlar.  Bu komploya göz yumarak ondan vazgeçen Enver Paşa ise dört yıl sonra Türkistan’da can verir.

***

İktidar koltuğundan idam sehpasına yürüyen bir başka  önemli şahsiyet ise Damat Ferit hükümetlerinde içişleri ve eğitim bakanlıklarında bulunmuş olan milli mücadele karşıtlığı ile de ünlenen Ali Kemaldir. Ali Kemal ismi cumhuriyet tarihi boyunca hayırla anılmamış, bilakis lanetle yâd edilmiştir. Meşrutiyet devrinde İttihat Terakki muhalifliğiyle bilinen Ali Kemal yaptığı İkdam’daki yazılarıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti ile hükümetlerinin aleyhinde yazdığı yazılar nedeniyle 31 Mart vakası sonrasında öldürülme korkusuyla yurt dışına kaçar. İttihatçıların iktidar olduğu günlerde iyi gün görmediğinden ittihatçılara düşman kesilir. Milli mücadele yıllarında Damad Ferit Paşa kabinesinde Dâhiliye nazırı olarak Anadolu hareketini Paris’te başlayan sulh görüşmelerini baltalayacak bir girişim olarak gördüğünden Kuvâyi Milliye aleyhine ve Mustafa Kemal’in azline dair valiliklere tamim gönderir. Nazırlıktan istifa ettikten sonra çıkardığı Peyâm’da (14 Ağustos 1919) Kuvâ-yi Milliye aleyhindeki tavrını sürdürür. Nihai zafere kadar milli hareketin başarıya ulaşacağına inanmaz. Nihayet Yunanlıların bozguna uğraması üzerine düştüğü hatayı kabul ederek, 10 Eylül 1922 tarihli “Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir” makalesinde yanıldığını itiraf eder. Ankara hükümetinin isteğiyle İstanbul’dan kaçırılarak Ankara’ya gönderileceği sırada İzmit’te Nûreddin Paşa’nın emriyle linç edilerek öldürülür. (6 Kasım 1922).

Sadi Borak’a göre Ali Kemal vatanseverdi. İnandığı davada yolundan dönmezdi. O vatanının sulh ile kurtulacağına inanmış, Anadolu hareketini ittihatçı, sulha mani bir kalkışma gördüğünden, başarısız olacağına inandığından karşı çıkmıştır. 

 Cumhuriyet tarihçilerinin vatan haini, İngiliz işbirlikçisi olarak tanıttığı Ali Kemal maarif nazırı olduğu günlerde Şemsettin Günaltay’ı üniversiteden uzaklaştırdıktan sonra bakanlık personelinden İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun ricası üzerine görevine yeniden iade eder ve “ Haber gönderin, Şemseddin’i kürsüsüne iade ettim. İhbar ediyorlar. İttihatçı imiş. İttihatçının da itilafçının da Allah belasını versin. Bana vatan lazımdır,” der.

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin İ. Hakkı Baltacıoğlu’nun koyu ittihatçı olduğunu söyleyerek görevden alınmasını isteğini ise daha sonraki günlerde gazetede yazdığına göre  “İsmail Hakkı’yı işinden nasıl uzaklaştırabilirim. İster ittihatçı olsun isterse itilafçı… fakat her şeyden evvel o benim en büyük yardımcımdı, diyerek reddeder. 

Devlet kurumlarının eş dost, akraba, ahbap ilişkisine göre liyakat gözetilmeden doldurulduğu bu günlerde “Bana vatan lazımdır” diyerek liyakate sahip çıkan Ali Kemal’in bu anlayışına ne kadar muhtacız.

***

Kitapta benim asıl dikkatimi çeken, yaşadıklarıyla yaşadıklarımı özdeşleştirdiğim Nusret Bey’in hikâyesi idi. Ermeni tehcirinden sorumlu tutularak idam edilen Nusret Bey’in hikâyesi, daha doğrusu onu idama mahkûm eden mahkemenin öyküsü. Öyküyü okuyunca nasıl da tanıdık gelecek size hikâye. Tarihin âdete tekerrür ettiğini göreceksiniz.

1915 yılında doğuda Ruslarla birlik olan Ermenilerin katliamları ve ihanetlerine bir tedbir olarak Tehcir kanunu çıkarılır. Bu kanun mucibince Ermeni ahali ayrım yapılmadan savaşın olmadığı bölgelere zorunlu olarak göç ettirilir. Bu kanunun uygulanışında acı olaylar, suiistimaller, hukuksuzluklar, zimmete geçirmeler yaşanır. Dış dünyada Tehcir kanunu ve uygulanmasındaki kötülükler Ermeni katliamları olarak adlandırılır ve işgal yıllarında işgalciler bunları yapanların cezalandırılmasında ısrar ederler. Damat Ferit iktidarı hem İngilizlere yaranmak hem de İttihatçı düşmanlığından olaya hızlı başlar. Sorumlu gördüklerini kurdukları divanı harplerde yargılar ve cezalandırır. Yargılananlardan biri de Urfa mutasarrıfı olan Nusret Bey’dir. Nusret Bey hükümetçe vazifesinden azledilerek tevkif edilir. İstanbul’a getirilerek Hurşit Paşa’nın divanı harbinde yargılanır. Suç delili bulunamadığından beraat ederek serbest bırakılır, ancak bu serbestlik İngilizlere yaranmak isteyen hükümetin hoşuna gitmez. Bu defa Kürt Mustafa Paşa başkanlığında yeni bir divanı harp teşkil edilerek Nusret Bey evinden alınıp Bekirağa bölüğüne hapsedilir. Nusret Bey önceki mahkemede berat ettiğinden dolayı rahattır. Bir yanlışlık olduğunu yine berat edeceğini düşünmekte ve böyle teselli bulmaktadır, fakat mahkeme aylarca uzar, dinlenen şahitlerden Nusret Beyi suçlayacak ve ceza verecek delil elde edilemez. Mahkeme başkanı Kürt (Nemrut) Mustafa, Nusret Bey’i mutlaka cezalandırmak amacındadır. Bu nedenle şahitlere kızmakta, her şeyden suçlamaya yarayacak ipuçları aramaktadır. Aradığını bulamayınca bu defa gazetelere ilan vererek Bayburt Ergani bölgesindeki tehcir meselesinden mağdur olan Ermenilerin, belirtilen tarihte divanı harpte hazır bulunmalarını istemekten geri kalmaz. Sonunda Ermeni Patrikhanesin’de yardımlarıyla İstanbul’dan bir kaç tane Ermeni şahit bulunur ve mahkeme günü bu sahtekâr şahitler filan gün filan yerde diyerek birbirleriyle çelişen ifadelerle Nusret Beyi suçlarlar. Nemrut Mustafa aradığını bulmuş, amacına ulaşmıştır. Şahitlerin anlatımlarını heyecanla dinleyerek zapta aldıran Nemrut Mustafa Nusret Bey’in haklı itirazlarını ise dinlemez. Mahkeme her şeyi senden daha iyi tetkik eder diyerek onu susturur. Mahkeme sonrasında Bekirağa bölüğündeki koğuşuna dönen Nusret Bey bu defa kurtuluş olmayacağına inanarak ümidini yitirir. “Bu herifler beni hiç olmasa bir seneye mahkûm edecekler, göreceksiniz yakamı bırakmayacaklar” diyerek endişesini dile getiren Nusret Bey’i cezaevi arkadaşları teselli etmeye çalışır.

Aylar süren duruşmalar sonunda mahkeme biter ve hüküm verilir. Çağrıldığı merkez kumandanlığına kendisini bekleyen İngiliz teğmeni: “Sizin Malta’ya sürülmenize karar verildi.” diyerek verilen hükmü açıklar. Bu sırada odaya giren Nemrut Mustafa İngiliz teğmeni bir kenara çekerek idama karar verdiklerini, hükmün yarın yerine getirileceğini, bu nedenle Malta’ya sürmenin lüzumu olmadığını söyleyerek teğmeni Malta sürgününden vazgeçirir.

Mahkeme sonucuna göre Nusret Bey 15 yıl hapse mahkûm olmuştur. Ancak mahkeme başkanı karardan memnun değildir. Bu nedenle mazbatanın yazılması geciktirilir. Bu arada Nemrut Mustafa, mahkeme üyeleri içinde kendisine muhalefet eden divan azalarından Ferhat Bey’i “Sen bizim işlerimize mani oluyorsun, seninle işbirliği yapamam” diyerek divandan aldırır ve yerine alınan Niyazi adındaki üye için yeniden mazbata düzenlenir, bu yeni sahte mazbata ile Nusret Bey’in 15 yıllık cezası idama çevrilir ve idam edilir.

Damat Ferit hükümetince uydurma zabıtlarla hayattan koparılan Nusret Bey, devrin iktidarının İngilizlere hoş görünme ve İttihatçı düşmanlığına kurban gider. Yalnız bu mu? Bir de mahkeme başkanı Nemrut Mustafa’nın şahsi kinine… Nusret Bey Ergani mutasarrıflığı sırasında Kürt Teali Cemiyeti’nin şubesini kapatmış, Nemrut Mustafa’nın bu hadise nedeniyle Nusret Bey’e düşmanlık ve kini olduğu söylenmektedir.

You may also like...

1 Response

  1. Canan says:

    Yakub Cemil’i televizyonda bir dizide konu almışlardı. İsminin de ayrı bir yeri vardır ben de. Hikâyesini bilirdim. Bu yazıda karşılaşınca çok değişik oldu hislerim.
    Çok öğretici bir yazı. Elinize emeğinize sağlık…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *