ŞAİRLER MASAL DA YAZAR 2
Canan Duyuş
AH ŞAİRLER…
Şairler bilirim derdine meftun. Düşünceli… Yazdıklarında kimi üzeri kapalı, kimi aleni ilan ederler duygularını. Her şiir yeni bir âlemin kapısıdır onu okuyan insanda. Çocuk olur, ağaç olur, bulut olur, sel olur, yol olur, hiç olur, yok olur, çok olur şairlerde duygular. Ve şairin şiirin suyuna kattığı duygulardan okuyucu ıslanır. Kâh ağlar, kâh güler ama en çok da düşünür insan şiir okuyunca. Şairler için, hayat gariptir. Hayat güzeldir, hayat bir armağandır. Sevmek her şeydir, hiçbir şeydir “Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur.’’ ama her ne varsa içindedir şiirin ‘’Fihi Ma Fih’’ gibidir şiir. Kimi notalarla buluşur, kimi gizlerle hemhal olur dizelerin. İnsan için yazılmıştır. Aşk üstüne, vatan üstüne, anne baba üstüne, memleket için havasına suyuna aşkla, evlat için, sevda için, yağmur ve karın ruha yağışına yazılmıştır şiirler.
Şiirlerde aşk, ayrılık, gurbet, sevgili, vatan, özlem ve daha nice duygu taht kurar gönüllerimizde. Bir yerinden bir dizesinden illa hayatımızda kırıntı buluruz yaşanmış olanından. Hatta hayallerle de yaşanacaklara konar duygularımız. Kuş olup şiirin satırlarında uçar insan. Doğduğu yerlerde bir çoban çeşmesinde soluklanır. Hızır’ın ayak izlerini görür yeşil çimenlerde. Biraz da ufka baktı mı bin atlıyı da görür, şehitleri de tarihe şahitleri de şiirin dizelerinde gezinen her göz.
Şairler, dostudur şiiri okuyan her ruhun. Bir yerlerde olmayı aşmış her yere dizelerini taşımışsa ve hayat daha anlam kazanmışsa yazdıklarıyla şairler gülümser hayata. Kitaplarda, şiir defterlerinde, dergilerde, mektuplarda isimlerinin mısralarının altında imza niyetiyle taht kurduklarını görürüz. Onlar yani şairler… İsimlerini değil şiirlerini severler. İçlerinde büyüttükleri sevda taşmıştır her satırda.
Ama masallar… Şairler “Masal’’ yazıyorsa ve çocuklardan çok büyüklerde görünüyorsa bu okuma, büyükleri büyüten masallar, diyebiliriz o şiirlere. Şairdir ama “Masal’’ yazmıştır. Masal’la çocukluğunun çehresinden, çocuk kalbinden pınarlarla akmıştır şiir, büyümüş çocuklar için.
Şimdi yine bir “Masal’’ ı dinleme vakti: Şair Mevlana İdris Zengin’den…
“Çocuktum her şeyi anladığımı sanıyordum
Sonra büyüdüm
Bombaların ve bankaların dağlardan ve ırmaklardan
Fazla olduğunu gördüm
Bahçıvanlar generallerden
Menekşeler mermilerden daha azdı
Yenilmişti dünya.’’
Çocukluk… Çocuk olmak… Küçük bir bilge gibi hayata bakmaktır, belki de çocukluk. Bizim çocukluğumuzda ne kadar çok kar yağardı. Kardan adam yapar burnuna havuç takardık. Üşüyor, diye üzülür şapkayı başına giydirirdik. Her mevsim ayrı güzeldi. Oyunlar oynardım dışarıda. Bahçelerde koşar pikniklere giderdik. Saklambaç ve kovalamaca ve yakan toptaki koşturmacalarımızla hayatın akışından bir yol bulurduk. Biz mutlu çocuklardık. Çiçek bahçelerinde gezinirdi ayaklarımız. Savaş nedir, silah nedir? Bilmezdik. Hele de bomba mı, savaş mı o da ne? Sonra banka… Olsa olsa insanlar sevgi yatırıyorlardır oralara. Hani kendilerinin dolup taştığı o güzel duyguları koruma altına alıyorlardır. Hem kaç kişi bilirdi ki parayı, paraya değer vermeyi. Paylaşmayı değil de bir kenara biriktirmeyi. Elinde olana kanaat eden ve olmayana veren büyüklerin, gözlerimize sunduğu şefkate, merhamete ve paylaşmaya şahit çocuklardık. Zayi olmasın diye bir parça ekmek kırığını atmayan insanların, kanaatkâr hallerinde şükür ve sevinç dolu çocuklardık.
‘’Duanın özgürleştiren rüzgarı çekilmişti yüzlerden
İnsanlar dua değil yönetmelik kokuyordu
Nükleer artıklar ve çok uluslu yalanlarla
Kirlenmişti yüzümüz
Teknolojinin o yok edici
O gri gölgesi düşmüştü yüzlere
Yenilmişti yüzümüz
Ve görüntü aynıydı bütün aynalarda’’
Dua… Ah çocukluğumuzda o minik ellerimizi göğe açtığımız hallerimiz. Büyüklerle yaşanan evlerde büyük teslimiyet ve huzuru yaşamak. Onların tevekkel, teslim, vermekte bol, almakta kanaatkâr ellerinde hayatı hissederdik. Hele namaz kılarken kıpırdayan dudaklar ve dua ederken göğe açılmış eller bizi nasıl da huzur iklimine alırdı. Dua eden o yüzlerde o anda bize bakınca gördüğümüz o huzur, tebessüm ve bir ince sızı… Dua etmekti o huzuru bir mis kokusu gibi ortalığa yayan. Yüzlerideki huzur, itminan ve kalplerdeki sevgide dua ılık bir rüzgârdı içimizdeki çocukluk salıncağında bizi sallayan, başımızı okşayan ve büyütendi hayallerimizi.
Televizyonda haberler “ana’’ lık merhametiyleydi sanki bugünkülerle kıyaslanınca. İnsanların katledildiği, savaşlarda bombaların havada uçtuğu, yalancı söylemlerin göz göre göre anlatıldığı bir hayat gözden ıraktı ve gönüle hiç mahzunluk uğramazdı.
Sanki büyüdükçe çok şey değişti. Silahlar, bombalar, liderler. Ölümler… Teknoloji denen bir şey vardı. Çıkıp çıkıp geliveren dünyamıza. Saatler alarm sesleriyle horoz seslerini bastırıyordu. Biyolojik saatten teknolojik saate geçişin zamansız girdabında, başlar dönmeye başlamıştı. Gözler televizyona daha çok dalıyordu, ihtiyacı olan uykuya dalmaktan vazgeçip. Her haberde acılı tatlar ilişmeye başlamıştı bakışlarımıza. O tevekkel simalarda -biz büyüyüp onlar yaşlandıkça- biraz gerginlik ve yorgunluk haberlerden görünüyordu. Yüzler yeniliyordu savaşa, öfkeye, kin ve zulüme karşı. Zamanla değişen olaylarda insanlık biraz hastalanıyordu. Hastalıklar artıyordu. Yüzler gibi etraf da kirlendikçe. Aynalar büyümüş, el aynasından boy aynasına geçişle yansımalar, hayaller ve yenilen yüzler daha bir farklı bakışla evlerde yer kaplar olmuştu. Sessiz ev halleri ve sükût, kendini telaşlarda kaybetmişti.
Herşey çok açıktı
Herkes kimsesiz
Herkes birşeyin yoksuluydu
Hepimiz aynı anda yenilmiştik
Ve şarkılarımız kederliydi
İşte zamanla kalabalıklar bir arada birbirine bakmaz olmuştu. Herkes bir arada ama herkes yalnız, herkes kimsesiz… Elinde olana kanaat etmek çok gerilere atılmış bir duyguydu artık. Reklamlarla tüketmenin gizemli sayfalarında akıllar dolaşmaya başlamıştı. Varlık içinde yokluk hissetmeye başlamıştı insanlar. Hep “daha’’ aramaya çıkmışlardı toprağı işlerken, işini yaparken hatta sofrayı kurarken. Yetmiyordu artık huzur. Dingin bir hayat unutulmuştu. Radyodan gelen seslerde şarkılar üzgün, ümitsiz ve şarkılar acılıydı.
“Yanlış bir zamanda mı yaşıyordum?
Çekip gitse miydim?
Ne yanlış bir zamanda yaşıyordum
Ne de çekip gidecek bir yer vardı
Her yer aynıydı, kaldım
Sürekli çağıran ve ayırım yapmayan toprak
Nasıl olsa beni de çağıracaktı’’
Büyüdükçe çocukluk hatıraları ile çelişti duygularımız. An geldi “Çocukluğum” diyerek ağladı insanlar. Çocukluğunun huzurlu evlerindeki o ocak kokusu, o solgun ışık, o toz kokan tahta ev ve bahçeler neredeydi? Komşular, kapı önü muhabbetleri, içerden gelen çorba kokusunda akşamın yakın vakti ve bir çocuğun gerçek arkadaşlarıyla gerçekten oynaması. El ele veren çocukların masum gözleriyle gökyüzünde uçan kuşlara el sallaması…
Şimdi büyüyen ama çocukluğunu özleyen her fert için bir duraktı yaşadığı zaman. Gidecek yeri olmayan, hızın içinde sıkışmış, yavaşa hasret anları sadece özlemek düşmüştü nasiplere. Toprak dosttu, arkadaştı, yoldaştı ve bazen tek teselli ve gerçek ki toprak kucak açandı ebedi alemlere. Bir nasibini beklemek, vâdeyi doldurmak arzusundaydı insan. Mecburdu yaşamaya.
“Masal dünyanın bittiği yerde başlar
Biliyorum eski zamanlarda değiliz artık
Ve masallar böyle anlatılmaz
Biliyorum ben hiç masal yazmazdım
Dünya sisteminin hepimize anlattığı masal
Kötü olmasa bu kadar’’
Çocukluğun masalları hatırlandıkça sadece acı bir tebessüm ve gerçeklerin dünyada yüzüne çarpması gibi bir haldir o anlar. Şairler, masal yazarsa masalsı hayata özlemdendir bu. Dünya kötüleştikçe masalın hatıralarında, satır aralarında durup dinlenir şairler. Gökten yağan bombalara “gökten üç elma düşmüş’’lerle siperler örerler çocukların üstlerine. Dünya sistemi kötüyse masallar iyidir hep ama büyüklerin okuduğu masallar çocukluk düşlemesi gibidir. Bir hatırlatma, bir yaşanmışlık senfonisi…
“Biliyorum bir karınca türküsünden
Daha hafif olacak sesim
Biliyorum insanların birbirine olan
Yabancılığı büyüyecek dünya küçüldükçe
Biliyorum telefonlar oldukça
İnsanlar birbirini görmeyecek
Biliyorum birbirimizi hiç görmeden öleceğiz’’
Masallarla çocuklar korunmak ister dünyanın kirinden. Kötüleri hep yener iyiler. Son bir gayretle dünyada hep iyiler kazanır. Gökten düşen elmanın tadı bambaşkadır. Çocuklar sanal alemden kurtarılıp hayalden bahçelerde salıncak kursunlar diye masallar anlatılır.
Ve hayat ve zaman ve şair ve şiir… Karıncalar türkü söyler, şairler masal yazar. Kocaman dünyada küçüldü insanlık. Telefon yokken, bilgisayarlar bir hayalken, her şey ağır ağır yaşanırken anlamlıydı dünya. Ayrılıklar da çabuk oluveriyor artık. Teknolojinin hızında insani duygular yavaşlıyor. Herkes birbirine yabancı. Herkes çok uzakta. Acılar bile çabuk olup biten bir hızda. Seven herkes ayrı, sevmek korkulu bir rüya olmuş artık müsade etmiyor zaman sevmelere, kavuşmalara. Paylaşmalardan uzak herkes. Güzel günler, güneşli günler… El ele çocuklarla, neşeyle cıvıltıyla dolan saatler uzakta kaldı.
“Her şey için tek şey diliyorum
Allah’ın gülleri yakamızı bırakmasın!’’ ( Mevlâna İdris Zengin)
Şairler, masallarını dua ile bitirince bir düşünürüz. “Amin’’lerimizle. Allah’ın gülleri… Herkes inancıyla sever o duayı.
Şimdilerde çocuklar masalsız yaşıyorlar. Onların en güzel masalları olan anne ve babaları yanlarında değil. Kimi dört duvar arasında, kimi hastahanede, kimi Seyfullah Sacid’in tanımıyla “Zindan Ülkesi’’nin karanlıklarında yavrularını göremiyor. Göremezken de teselliyi kalemlerine giydirip masallar, hikâyeler, şiirler yazıyorlar yavrularının gözlerine, bâri yazdıklarıyla değsinler diye. Gelirken eve ekmek alan babalar, yavrularına kahvaltı sofrasında güzelliklerden bahseden anneler, birlikte beraber çıktıkları kır yürüyüşü ve daha nice masalsı güzellik… Artık yok masum hayatlarda. Kimi çocuğun ömrü yaşlı babaanne veya anneannenin omuzlarına yüklenmiş. Dedelerin içine acı oturmuş. Katı bir lokma torunlarının sönük bakışları, içlerinde gün be gün topaklanan dert yumağı…
Ve Hayat…
Ve farkında olmak yaşananların. Bu acıları bilen ve hisseden her anne baba yavrularına başka yavrular yerine de sarılıyorlar şimdilerde. Gözlerde hüzün, içlerinde yarım kalmış şarkılar gibi hayaller ve dillerinde dualar…
Allah’ın Gülleri… Şefkat, merhamet, kavuşmak… Belki de Allah’ın gülleri bu dünyada olmazsa da ahirette beraber olabilmek… Yine de gönlümüz ve dualarımız bu dünyada çocuklar kavuşsun anne ve babalarına. Hızına yetişemediğimiz zaman içine alsın onları ve aniden kavuşsunlar. Rüyaymış gibi ama gerçek… Eski huzurlu günler geri gelsin. Masallarla ışıldasın çocukların masum yüzleri.
“Göremezken de teselliyi kalemlerine giydirip masallar, hikâyeler, şiirler yazıyorlar yavrularının gözlerine, bâri yazdıklarıyla değsinler diye.”
Okurken o histen öbür hisse koştum. Saatlerce masal anlatmak istedim bütün yavrulara ve kendi yavrularıma. Ümit, dua, ilaç olsun sinelerinde diye. Çok etkilendim… Ellerinize sağlık..
Belki anlatıyoruz masallar belki yetmeyen çocuk kalpler için masallar yazacağız biz de.
Umut kokan,hayal kurduran o masum yüzlere kahkaha attıran demlerimiz olsun “çocuklar için”Duasıyla…
Teşekkűr ederim yorumunuz için.
Çok güzel bir yazı kaleme almışsınız.. Ellerinize, ruhunuza ve kaleminize sağlık…
Teşekkűr ederim. Sağolun.
Sairlerle yada sair olmanin lezzetiyle baslayan, cocukluk anilariyla devam eden, icinde tatli betimleme ve benzetmelerin bazen de yansitmalarin oldugu, teknoloji caginin ozlemlerimizi artirdigi ve hayallerimizi yokettigi ve bizden aldiklariyla derinlesen ve dahi savas ve ayriliklarla degisen dengeler ve alt ust olan psikolojilerle gelecegin buyukleri simdinin cocuklarinin tasviriyle akip giden ve simdilerde farkindalik dedikleri, evrene mesaj dedikleri dua ile gercekligi bulma yani gercege ulasma biletimizi ALLAHIN GULLERI ile sonuclandirmak. Elinize yureginize saglik. Allaha emanet olun…
Bir yazı bu kadar güzel anlamlandırılabilir. Çok mutlu oldum. Okunan bir yazının bu güzel yorumla taçlanmış olması size teşekkür borcumdur. Dualarınıza bilmukabele…Selamlar…
Duygularımızı yansıtan o kadar güzel yazı olmuş ki….Yüreğinize sağlık
Nuran hocam, hani çok uzaklarda birileri vardır, dostunuz olan. Hatırlayınca beraberinde acı tatlı anılar, paylaştığınız onca güzellikler görünür çehrenizde. Tebessüm arkadaşlık eder duygularınıza. Şimdi o ruh haliyle yazıyorum size. Sizi burada görmek ve buradan selamınızı almak ne güzel…Teşekkürler…