KAOS
SALİH ŞİMŞEK
Her taraf zifiri zindan, gözlerimin açık olup olmadığı husûsunda tereddüd geçiriyorum. Elimle gözlerime dokunuyorum göz kapaklarım açık. Görmemde de problem olmadığını düşünüyorum. Her taraf dedim ama burada yön, zaman, mekan yok sanki; ama sert bir zeminde olduğumun bilincindeyim. Sıcaklık terletecek kadar fazla ama ne yönden geldiği belli değil. Etrafı yokluyorum ellerimle, hiçbir şey yok üzerinde durduğum zeminin dışında. Biraz tereddüt geçirdikten sonra ayağa kalkmaya karar veriyorum. Ayağa kalktığımda ise neden bilmiyorum ama kapalı bir yerde olmadığım hissi doğuyor. (1)
Sıcaklık artıyor ama çok yavaş, uzun bir zaman geçtiğinde anlıyorum, vücudumdaki terin artmasından. Ses… Evet ses… Ses diye bir şey yok sanki, adım atıyorum ses çıkarmıyor, ellerimi hızlı hızlı çırpıyorum ama hiç ses yok. Duyularımdan endişe ediyorum. Parmak uçlarımla kulağımı kapatıp-açıyorum, hissiz olmadığını anlıyorum. Ellerimi çırparken, elime temas eden bir hava tabakasının olmadığının da farkına varıyorum. Kollarımı açıp hızla dönüyorum ama elime çarpan hava tanecikleri olmuyor. İçimi derin bir ürperti kaplıyor. Ürpertinin paniğe dönüşmemesi için gayret sarf ediyorum. Sakin olabilmek için derin derin nefes alayım diye aklımdan geçiyor. O anda donup kalıyorum. Vücudumdaki bütün ter taneleri buzlaşıyor adeta. Soğuk sular dökülmüşçesine kafamdan, irkiliyorum. Nefes almıyorum… Gayri ihtiyâri, elim kalbimin üstüne gidiyor. Kalbim atıyor, sık aralıklı ritimlerle… (2)
Sabit kalmanın durumumu değiştirmeyeceği düşüncesiyle yürümeye karar veriyorum. Sanki boşlukta yürüyorum, tereddütle eğilip zemini kontrol ediyorum. Uzun bir süre yürüdüğüm için artık daha rahat yürüyorum. Bir yere çarpma endişem azalıyor içimde. Ne kadar zaman yürüdüğümü bilmiyorum. Hiç yorulmadan devam ediyorum. Yürürken bir taraftan aklıma çeşitli düşünceler geliyor. Buraya nasıl geldim? Nereden geldim, acaba buradan çıkabilecek miyim, burası çıkılacak bir yer mi? Hiçbir fikrim yok…
Bir yere çarpmışım gibi birden duruyorum. Yönümü değiştiriyorum, yine gidemiyorum, ne yönü denersem deneyeyim gidemiyorum. Sanki diklemesine konulmuş genişçe bir borunun içindeyim ama nasıl girdim buraya? O anda buranın bildiğimizden farklı kuralları olduğu kanaati oluşuyor içimde. Bu arada sıcaklık da artmaya devam ediyor. Sudan çıkmışçasına terlemiş durumdayım. Elimle yukarısını yokluyorum, yukarıda engel yok sanki. Yükselmemi istiyor bir güç sanki, bunca güçlüğün arasında… (3)
Peki ama nasıl çıkabilirim? Yükselmeyi beklerken, aşağı doğru kaymaya başlıyorum ve giderek hızlanıyorum. O kadar hızlı gidiyorum ki, sanki kalbimin ritmi değişiyor. O hızla giderken dahi yüzüme hava tanecikleri çarpmıyor. Etraf hâlâ zifiri karanlık. Elimi kolumu oynatmak istiyorum ama hızımın şiddetinden kıpırdatamıyorum. Biraz önce irademle yürüyordum ama şu anda müdahale edemiyorum. Ara sıra yönümün değiştiği hissine kapılıyorum. Anlıyorum ki bilmediğim bir yerlere sevkediliyorum. Bu arada beni çok sevindiren bir gelişme oluyor. Uzun aralıklarla renkler değişiyor. Zifiri karanlık bir ara zifiri kahverengiliğe dönüşüyor, sonra koyu bir yeşil rengini andırıyor, daha sonra siyahtan zor ayırt edilebilecek bir lacivert rengi, bu renkler beni çok mutlu ediyor. Yavaşlamaya başlıyorum. Birden duruyorum sonra… (4)
Kan kırmızısı bir boşluktayım şu anda. İlk bulunduğum yerden farkı, zemin yok burada. Hiçbir yerle temas hissetmiyorum ama nefes almaya başladığımı fark ediyorum. İlerlemenin mümkünatı yok. İlk bulunduğum durumu arıyorum şimdi, sanki orada daha az yabancıydım. Buranın tek iyi yönü sıcak değil, soğuk da yok, ılık diyebilmek isterdim ama bildiklerimle tarif edemeyeceğim.
Çok uzun bir süre sonra ancak fark edebiliyorum ki durağan değilim. Yine bilmediğim bir yöne doğru akıyorum. Bunu kan kırmızısı rengin giderek açılmasından anlıyorum. Bu da benim için yeni bir sevinç kaynağı oluyor. Tuhaf…
Bir yere şiddetle çarpmış gibi duruveriyorum aniden. Hiçbir yerimde acı hissi yok. Yüzüstü olduğumu anlayınca kalkmayı deniyorum. Yine bir zemin var, çok şükür, etraf karanlık da değil, çok parlak bir ışık hüzmesinin altındayım sanki. Ayağa kalkıp yürümeye başlıyorum. Bembeyaz bir tünel beliriyor, uzunca bir yürüyüşün sonunda; ancak dizlerimin üzerinde emekleyerek ilerleyebileceğim genişlikte bir tünel. “Burada durmamın bana kazandıracağı hiç bir şey yok” diyerek tünele giriyorum. Bu tünel daha insanî… Bunu dizlerimin bir süre sonra acımaya başlamasından çıkartıyorum. Bu bile sevindiriyor beni. Ne kadar bir zaman bu şekilde ilerlediğimi bilemiyorum ama tünelin giderek daraldığını fark ediyorum, belimin yukarıya sürtmesinden. Bir süre sonra emekleyerek ilerleyemeyeceğimi anlıyor ve sürünmeye başlıyorum. Tek olumlu şey, yorulmuyorum. Yine zor ama beni sevindiren bir durumla karşılaşıyorum. İlerlediğim zemin sanki rampaya dönüşüyor. Bunun bir çıkış olduğunu fehmetmem sevindiriyor beni.(5)
Sevincim boşa çıkmıyor çok şükür. Tünelin ucu görünüyor. Parlak ışık, yerini biraz loş da olsa, doğal ışığa bırakıyor tünelin bitişinde. Hızımı arttırıp bir an önce ulaşmak istiyorum. Tünelin çıkışında ses tellerime zarar verecek kadar çığlık atıyorum. Sevinç çığlıkları. Kayalık bir zemine çıkıyorum. Anormalden uzaklaşmak, tarifi mümkün olmayan bir sevinç veriyor içime. (6)
Duygularımın anormalliğini fark ediyor ve tekrar burukluk yaşıyorum. Ayaklarımın çıplak olduğunu, bastığım kayaların keskin uçları battığında, anlıyorum. Burası ucu görünmeyen bir düzlük, zemini berbat, çok şükür nefes alabiliyorum ve maalesef yine çok sıcak. Bedenimden akan terler, ayaklarımdan sızan kanlarla birleşerek, açık kırmızı bir iz bırakıyor geçtiğim yerlerde. Ayaklarımdan tüm vücudumu saran acılar yükseliyor. Yorulma hissi bünyeme geri döndüğünün sinyallerini veriyor. O ana kadar aklıma hiç gelmeyen bir şey geliyor. Ya acıkırsam? Gülümsüyorum …(7)
Ayaklarım bana isyan etmeye başlayınca yürümekten vazgeçiyorum. Uzun bir süre dinlendikten sonra ayaklarımda yara izi kalmadığını fark ederek yeniden yola koyuluyorum. Korktuğum başıma geliyor ve şiddetli bir açlık hissetmeye başlıyorum; ama etrafımda tek bir ot tanesi bile yok. Acıkma hissinin, yiyecek bir şeyin varlığına delil olduğunu düşünerek devam ediyorum. Yalnızlığım da içimi acıtmaya başlıyor ansızın. Göz kapaklarımın bana itaat etmediğini sezdiğimde kendime uzanacak, sivri kaya uçlarının olmadığı bir yer arıyorum. Takat getiremeyip olduğum yere sızıyorum. (8)
Uzun bir uykunun ardından, göz kapaklarımdaki inanılmaz ağırlığı atmak için bütün gücümü kullanıyorum. Nihayet gözlerim yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Önce etrafı sisli görüyorum. Sis dağılmaya başladığında hayretimden ve heyecanımdan küçük dilimi yutabilirim…
Evimde salonun orta yerinde oturuyorum. Saat gecenin ikisi. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra bütün bu olanlara anlam vermeye çalışıyorum.
Rüya mı gördüm? Ben aslında bunların hiçbirini yaşamadım mı? Kâbus devam mı ediyor? İnsan yaşamadığı bir şeyi, görmediği âlemleri yazabilir mi? Olabilir. Uydurabilir. Bunu da aklım almıyor, gitmediği, bilmediği, bir yeri, yaşamadığı hisleri uydurabilir mi? Muamma… Vazgeçiyorum düşünmekten…
1. Sene 2013 taarruzun ilk günleri
2. 2013 sonları ülkedeki anormallikleri ve uğradığımız haksız saldırıları tüm çevreme anlatmaya çalışıyorum ama kimse işitmiyor.
3. Yıl 2014, saldırıların ardı arkası kesilmiyor ve hekes efsunlanmışçasına ‘gadir’e koşuyor.
4. Umutlar, umutlar ve umutlar
5. 2016 Kısa ama zor bir gözaltı süresinin ardından cezaevinin kapıları açılıyor.
6. Ailemle birlikte insan kaçakçılarına teslim ediyoruz kendimizi, bir tomar da para vererek. Bir aile reisinin yaşayacağı en zor günlerden…
7. Birlikte zorlu bir otuz günden sonra 10 bin kilometrelik yeni bir ayrılık çalıyor kapımızı.
8. Yeni bir ülke yeni bir yaşam..
Hikayenizi okurken neticesini merak ettim. Sahi Rüya mıydı,gerçek miydi orada anlattıklarınız. Belki kilometrelerce uzaklara giderken yaşadığınız ruh hallerinin harflere bürünüp hikaye olarak yazıda görünmesidir.
Elinize sağlık…
Teşekkür ederim.
Bitmeyen gerçek bir hayat hikayesi.. Yüreğinize sağlık
Teşekkür ederim
Teşekkür ederim