Kırkikindi

Esra Dolunay

2-

Akşamüstü bulutlanır düşüncelerim 

Tıpkı kırkikindi yağmurları gibi” 

39. gün 

Gün ağarırken ötelerde yer yer aydınlanıp sönen bulutlar dağılmaya başlamış ve aralarından belli belirsiz bir kızıllık sıyrılmıştı.

Kızıllık, penceredeki bir telden sıyrılıp Safa’nın yastığına değerken aralamıştı gözlerini. 

Bir diğer diyarda iki kızıl kirpiğin aralandığı gibi.

O diyarda, aynı kızıllık atların çiğnediği otların ucunda uzamıştı vadiye. Sonra çitlere, ardından çiftlik evinin çatısına ve yumurtadan yeni çıkmış iki bıldırcın yavrusuna… 

Elinde iki kovayla kapıda belirdi Melek… 

Gün ağarmadan sütleri biriktirmeliydi. 

-Ne çok yağmur yağmış yine! Diye mırıldanırken. Çiftliğin köpeği Cesur’un yanında belirmesiyle irkildi. 

-Demek sen de uyandın! birazdan senin kahvaltını da getireceğim az bekle olur mu?

Cesur’un ağzından sarkan poşete takıldı Melek’in göz-

leri :

-Demek bekleyemedin. Ne yedin sen öyle?

Çekiştirip çıkarttığı poşet parçasının içindeki rulo dikkatini çekti :

-Bu da ne ki ? !

Ruloyu açtı …

tam ruloya sığacak

İnce uzun bir yazı:

Sessizleştim bu günlerde 

Sensizleştim..

İnsanların dertlerine gülüp

bilindik tesellilerle avuttum

Hissizleştim bu günlerde

Körleştim 

Yalanı dinleyip

Gerçeği susturdum

Rutinleri kabından çıkarıp

Ukdeleri dondurdum.

Neşesizleştim bu günlerde 

Gökkuşağının kaç renk olduğunu unuttum 

Hoşgördüm bu günlerde 

Ve boşverdim 

Ve göçüverdim birikmişlerimden

Hepsini öteye süpürdüm 

Senin varlığından habersiz 

Seninle büyüdüm 

Yolda olduğundan habersiz 

Seninle yürüdüm 

Yaşadığından habersiz 

Seninle öldüm

Hiç’te  seninleyken

Hep’te sensizleştim…

Bir kez daha yavaşça okudu. Her satırda gezdirirken gözlerini son satırda gözlerine bir buğu oturdu. 

Herhangi bir isim yoktu 

sonunda. 

En iyisi boşvermeliydi.  Güne devam etmeliydi. 

Hiç bir şey değişmemişti sonuçta . 

Değişmiş miydi ?

-Melek! 

Aceleyle cebine attığı rulo ile annesine yardıma gitti. 

 

40.gün 

Koğuşta sıradan bir gündü. Su ısıtıcıda menemen yapmak gibi çözümlerle yapılan kahvaltının ardından: 

-Safa senin küçük notlar bitti galiba!

Bu ani soruyla ranza arkadaşına tereddütle baktı Safi:

-Bugün 40. gün artık azalmaya başlar bu yağmurlar. Su gideri de kurur.

-Adrese ulaştığına eminsin yan ! Bayram tatiliyse geç gider . 

-Geç dalganı tabi . Sanki sen çok lüzumlu işler yapıyormuş gibi!

-Tamam sinirlenme kardeş sen de olmasan kime takılacağız…

Dostluk kavramı ve mutlu muhabbet, çayın buğusunda yükseliyor, soğuk ama atmosferi sıcak koğuşun duvarlarında yankılanıyordu. 

40. gün 

O gün öğleden sonra Çiftliğin bir kaç yüz metre ötesindeki kuzulara bakmaya Cesur‘la gidiyordu Melek. Taşkının yaşandığı nehrin kıyısından geçerken İlyas amcanın kurduğu balık ağının bir tarafı bozulmuş, yatağından taşan nehir, ağı oldukça hırpalamıştı. Sahi taşkından sonra epeydir İlyas Amca uğramamıştı. Cesur balık ağına doğru havlayıp durmuştu. 

Melek hadi diye çekiştirerek Cesur’u sürükledi. 

Eve döndüklerinde kapının önünde bir kova vardı ve içeriden sesler geliyordu. Ailesi biriyle konuşuyordu. İçeri girer girmez kasketi ve tulumuyla mutlu bir yüz seslendi: 

-Oo Melek  nerelerdesin kızım? Nasılsın görüşmeyeli?

-Hoşgeldin İlyas Amca!

-Hoşbulduk. Ağı toplamaya gelmişken size de uğrayayım dedim. Nasıl, baya balık gelmiş mi ?

-Sel gelince yarısını götürmüş ağla beraber balıkların, ama sel sayesinde baya balık da takılmış. E çer çöp de çok takılmış tabi . Zaten çevre iyice kirlendi burada bile. Biraz temizlemeye çalıştım çok beceremedim kusura bakmayın. poşet parçaları mı dersiniz ne varsa takılmış. Sonra balıkların boğazına yüzgecine takılıp öldürüyor onları da .

-Evet , Cesur la geçerken görmüştük.

-Neyse gelmişken yarısını size bırakayım dedim. Bu bize zaten çok. Birazını siz alın.

Melek kovayı alıp mutfağa gitti. Balıklardan ilkini, parlak ve kızıl yüzgeçli olanı seçti. Yüzgecine takılan poşetleri temizlerken gözüne bir şey takıldı. Cesur’un ağzında gördüğü gibi bir rulo. Sonra kovanın dibinde parlayan poşetler… bir değil bir çok  rulo! 

Tam beş tane sarılmış poşet…

Aceleyle attı cebine ve İlyas amca gidene kadar yoklayıp durdu. 

Gerçek olduğuna emin olmak için içinde tarifsiz bir me-

rakla akşamı cebindeki notlarla bekledi. 

….

 -3-

“Geceleyin parlar düşüncelerim 

Tıpkı dolunayın halesi gibi” 

-Hayırlı akşamlar bize de bekleriz selametle!

İlyas amca gidince odaya koştu Melek. 

Cebindeki ruloları masaya saçtı  Hiç vakit kaybetmeden önce poşetlerini açtı, sonra sırayla ruloları. Evet hepsi yazılıydı. Bunlar çöp değildi! 

I

“Uzakta ve yakında 

Zirvede ve dipte 

Tutmayı yeğledim 

Vermek istemediğim nefesi 

Ciğerimin yanışını 

Ciğerimin kanayışına değiştim 

Ve nefesimin tükendiği yerde 

Nefes almaktan vazgeçtim ”

II

“Fazla almış bir çay demini

Gökyüzünün mat rengi gibi 

Şehir bîcan , şehir lâmekan

Yine de olsan..

Yeniden üşüdüm 

Yeniden düşündüm”

III

“Özlemek” derler 

İki harf fazladır yolunda ölmekten 

Bir harf eksiktir yolunu gözlemekten 

İnsan özünde eksik olanı özler

Eksilmesin diye saklamak ister

Başka bir yerde  “hasret” derler 

Bildiğin “hasar”dır bu, başka türlü ifade edemezler…”

Son iki ruloyu okuyamadı. Çok su aldığından yazılar tamamen birbirine karışmıştı.

Ne farkeder ! 

Her birinin bir öncekinden daha güzel olduğuna emindi.

Madem bilmediği bir adres ve bilmediği bir isimden kendi-

sine ulaşan bir not olmuştu. O zaman kendisi de bir satır yazmalıydı. Bu kadar iyi yazamazdı ama ne önemli var! süslü cümleler değil samimi bir satır ekleyebilirdi. 

Kendi cümlesini bir kağıda yazıp, diğer notlarla bir zarfa koyup masaya bırakırken ,parlak ayın nehirdeki yakamozu gözlerinde ışıldıyordu. 

-4-

“Henüz yaşanmamış bir kaderin, 

olmadığı anlamına gelmediği gibi…”

41. gün 

Bugün de çiftliğin rutin işleri tıkırında ilerliyor. Bir kaç yeni mahsul alınıyor. Hayvanlar besleniyor. Ve sabah rutininin ardından bir ağacın altına sıvışan Melek,  kitabını okumaya devam ediyor. 

Beyninde ise plak gibi düşünceler dönüp duruyordu:

“Bu kitaptaki cümlelerden bile güzel yazmış … Ünlü biri midir? !”

“İyi de neden ünlüyse çöp poşetine sarmış?”

“Belki de biri sinirlenip kendisine yazılan şeyleri atmıştır, sel de götürmüştür.”

Dönen plak hiç cevaba götürmüyordu sadece dönüp duruyordu…

….

Safa ‘nın koğuşunda ise bir hareketlilik vardı. 

-Bugün mektup günü kardeş!

-Bana mektup hiç gelmez biliyorsunuz dedi Safa 

….

Melek kitaplarını ağacın altından toplayıp eve geldi. Annesi: 

-Hah ben de seni arıyordum. İlyas amcanın unuttuğu mektubu bulmuşsun. Verdim ben de. Yeğenine gönderiyor ya. 

Melek bir an donakaldı sonra odaya koştu. Masada zarf yoktu.

Herkes hummalı bir heyecanla mektupları açarken;

-Safa benim mektupta senin çöp poşetli ruloların ne işi var bu nedir , şaka mı yapıyorsun kardeş! İlyas amcam böyle şeyler yazmıyor tanıdığım kadarıyla !

Safa şaşkın uzatılan zarfı aldı, kendi notlarından üçü ve yanında başka bir küçük sayfada başka bir elyazısı vardı.

Safa bu farklı el yazısıyla yazılmış iki satıra baktı… gülümsedi.

                                   

You may also like...

3 Responses

  1. Canan says:

    Hikayenizi okuyunca ben de gülümsedim. Su akar yolunu bulur, demişler ya. Mektuplar da yazıldığı kalbi bulmuş ne güzel. Tebrikler çok çok güzel bir hikaye. Okumaktan mutlu oldum.

  2. GUSMENA S.N. says:

    Sonunda , dudaklarda oluşan o istemsiz gülümsemeyi kimse inkâr edemez herhalde. Çok, çok, çok harika olmuş bir yazı. Şiir ve öykünün güzel birlikteliği. Başarılar.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *