BABANIN OĞLUNA HASRETİ
Aylar Temmuzu, yıllar 2016‘yı gösteriyordu. Güzel insanların hayatlarına milât olan o yıl, bizim içinde zorlu, hasretli günlerin milâdı olmuştu.. O büyük iftira atılmış, dünyanın en naif insanları hızla hayattan ihraç edilmeye başlamıştı. O günlerde biz ise, eşimle henüz 15 aylık evli idik. 3,5 aylık dünya tatlısı bir oğlumuz vardı. Babasının aslanı, dedesinin ilk göz ağrısı, her gün fabrikaya gitmeden önce, evimize kadar gelip sevdiği biricik torunu Ömer‘imiz, o günlerde bizim en büyük huzur kaynağımız, neşemiz olmuştu..
O kara günden sonra, bizimde ailemizde bir korku, endişe havası esmeye başlamıştı. Eşim, her gün fabrikadan stres ile geliyor, “hanım bugün de beraberiz çok şükür” diye şükrediyordu. Ta ki 26 temmuz sabahına kadar.. Önce kayınpederim için gelmişti polisler, sabahın 7‘sinde çalan zil ile, hayatımızda yeni bir dönemin zili de çalınmış oldu bizim için. O gün kayınpederim evde yoktu. Gelen polisler de Allah için kötü bir muamele yapmadılar. Evi aradılar, tutanak tuttular, biz de onlara çay ikram ettik. Malum Anadolu insanında gelen misafir ikramsız çevrilmez, bizde onlara ikramda bulunduk. Çay eşliğinde tutanağı tuttular. Kayınpederimin araması olduğunu, nerede görürlerse gözaltına alınacağını, söyleyip gitti- ler. İlk şoku biz de o gün yaşamıştık. Ben, eşimin ailesinin evindeydim o gün. Polisler gelince kendi babamı çağırdık, çünkü hayatımızda ilk defa sabahın nurunda evimizi polisler basıyor ve asılsız iddialarla arama yapıyorlardı. Polisler gittikten sonra, kucağımda bebeğim ile öylece bakakalmıştım arkalarından. O günden sonra bizde kayınpederimin evinde kalmaya başlamıştık. Haftasonu ise kendi evimize geçtik. Kayınpederim, hakkında arama olduğunu öğrenince, haftabaşı gidip ifadesini vereceğini söylemişti. Cumartesi günü eşim, görümcem, kayınvalidem ile birlikte bahçemize gittik. Ertesi gün olacaklardan habersiz son kez beraber resimler çekindik. Minik yavrum babası ile, dedesinin diktiği ağaçların arasında resimler çekindi. Evlerimize dönerken, ellerimizde sebze-meyve poşetleri olduğu için, sarılmadan vedalaştık. Eşim annesi ile sarılamadan, ikiside kendi arabalarına bin-
diler ve evlerimize doğru gittik. Ertesi gün, eşimin aile-sine gidecektik. Kayınpederim ifade vermeye gitmeden önce, hep beraber destek olalım diye, pazar gününü birlikte geçirmeyi planlamıştık. Ne yazık ki kul kurar, kader tebessüm edermiş. Bizimde pazar günümüz planladığımız gibi geçmedi..
Pazar sabahı biz kendi evimizde eşimle kahvaltımızı yaptık. Bebeğimizi hazırladık, kapıyı kilitleyip merdi- ven basamaklarına geliyorduk ki, 3 kişilik davetsiz mi-
safirlerimiz bizden önce davranmıştı.
-Serdar Bey! dediler.
-Evet buyrun, dedi eşim.
– Biz TEM’den geliyoruz. Arama ve gözaltı kararımız var. Buyrun içeri geçelim dediler. O an dünyam başıma yıkılmıştı. Çünkü biliyordum bu bir arama değil, ayırma kararıydı. Eve her akşam gelişini heyecan ile beklediğim can eşimin, Ömer’imin babasının zalimce bir istek ile biz-den ayrılması kararıydı bu, nitekimde öyle oldu.. Gelen polisler önce telefonlarımızı aldılar. Zar zor ailemize haber vermeye ikna edip, görümcemi arayabildim. Ona telefonda, bizde misafir olduğunu, abisinin onlarla gideceğini, benim de Ömer ile birlikte onlara geleceğimi haber verdim. Kısa bir sessizlikten sonra telefonu kapayıp polislere verdim. Polisler, evimizi aramaya başladığında 3,5 aylık oğlumu koltuğa bırakıp, onlara eşlik ettik. Gözlerimle sürekli eşimi izliyordum. Çünkü biliyordum ki, yarım saat sonra onu alıp bizden, yuvamızdan götüreceklerdi. Eşimin annesi, polislerin bize geldiğini duyunca çok fena olmuş. Benim ailemi arayarak, bize gelmelerini rica etmiş. Arama sırasında da ailem gelmişti bizim yanımıza. Ve sonunda arama bitmiş, tutanak tutulmuş, polisler :
– Serdar Bey gidebiliriz, demişlerdi. O an, öyle bir andı ki, Allah kimseye yaşatmasın derler ya hani, öyleydi işte. Eşim ile birbirimize baktık.
– Ne giysem ayağıma? dedi.
– Ben sana getiririm, sen giy bu ayakkabını, dedim. Tam evden çıkıyordu eşim,
– Serdar Bey dur! Oğlunu gör, diyerek göz nurumuz ilk göz ağrımızı babası ile vedalaştırdım. Oğlumu anneme verip, polis aracına kadar eşimin elini tutarak ona eşlik ettim. Merdivenlerden inerken gülümsüyorduk birbirimize, dillerimiz suskun, gönlümüz yaşlı idi. Daha ayrılmadan, o ayrılık acısı kor olup düşmüştü gönlüme. Eşim tam arabaya biniyordu, “Serdar Bey tesbih-
lerini çek, ezbere bildiğin kadar Ashab-ı Bedir oku, Allah’a emanet ol,” diyip gülümseye-
rek arabaya bindirdim, el salladım. Onun gidişiyle de gönlümde biriken yaşlar gözlerim-
den boşalmıştı.
Sitenin bahçesinde anlamsızca etrafa bakındım. Can dostum dediğim arkadaşımı arayıp, Serdar Bey’i götürdüler diyebildim sadece… Eşimin ardından, bizde kayınvalideme gittik. Ah evlat can evlat.. Evlat sevgisi öyle bambaşkaydı ki… Gittiğimizde kayınvalidem ağlıyor, “Oğluma kelepçe mi taktılar?” diyordu. “Hayır annem üzülme, kelepçe takmadılar. O gayet iyi, başı dik bir şekilde gitti diyebildim.
Ve baba olmak…
Canımız babamız..
Ailemizin her daim aksiyon insanı olan babamız.. Oğlunun alındığını duyunca, öğle namazını kılıp, hepimizi tek tek öperek Allah’a emanet edip, torununu kucaklayıp, o da oğlunun yanına gitti hemen. Biz ise balkondan üç bayan, kucağımızda bebek ile, yaşlı gözlerle bakakalmıştık. Tam 17 gün çevik kuvvette gözaltı süresi…
Onlar orada gözaltında, beton zemin üzerinde battaniyede, sadece su ve ekmek verilerek 17 gün geçirirken, işyerimize de kayyum atadılar. 17. günün sonunda, eşim ve babası ile beraber tam 22 kişiyi mahkemeye çıkardılar. Biz ise mahkemeye çıktıklarını, bir internet haber sitesinde, ellerinde plastik kelepçelerle, dimdik vakur duruşlarıyla, mahkemeye götürülme resimlerinden öğrendik… 22 kişi içinde yaş olarak (26) en küçük eşimdi. En azından onu bırakırlar belki, diye ümit ediyorduk ama zalimin zulmünde ne kadar inatçı olduğunu hala tam bilmiyormuşuz. 16 ağustos gecesi çalan ev telefonu, telefonda kayınpederimin sesi. “Önce şunu söyleyeyim ikimiz de tutuklandık,” sesi ile evde yükselen ağlamalar, feryat sesleri…
Karşı tarafta yutkunan, boğazda düğümlenen sözcükler… Ardından eşim aldı telefonu, “Artık gelirsiniz ziyaretimize” dedi. Öyle çok ağlamıştım ki, başka kelime de konuşamadan telefonu öylece kapadık… O günden beri ruhum gırtlağımda yaşadım.
Hakkında tutuklama kararı verdiğinde hâkim, kalbimi paramparça halde, eşimin valizinin köşesine saklamıştım…
Tam 8 ay boyunca, 15 günde bir kere “1” saat kapalı, 2 ayda bir de “1” saat açık görüş yaptık. Bu süreçte eşimle birbirimize 100’ün üzerinde mektup yazdık. Ona 500’den fazla resim gönderdim. Bebeğimizin her hareketini, giydiği her farklı kıyafetle resmini çekip, renkli renkli zarflara koyup eşime gönderdim. Yavrumuzun büyüdüğü günleri satır satır yazıp gönderiyordum ona. Tabi büyüdükçe babasını tanımadı yavrum. Açık görüşler-de yavrum, bir babasının masasında, bir dedesinin masasında, onlarla hasret gidermeye çalışıyordu ama daha çok küçük olduğu için, yabancı biliyor ve ağlıyordu. Yine bir açık görüş günüydü. 2 ay sonra heyecanla sarılıp, hasret gidereceğimiz gündü. Heyecanla görüşe gitmiştik. Oğlumuz da artık 9 aylık olmuş, tam sevilme zamanlarıydı. Babası da aynı heyecanla beklemiş olacak ki, görüşe çok mutlu geldi. Oğluyla oynamanın hayallerini kurmuştu 2 ay boyunca. Yavrumuzu kucağına aldığı gibi, bebeğim öyle ağlamış, korkmuştu ki. Babası ona yabancı gelmişti. Ne yaptıysak babasında durmadı. O an eşim için görüş bitmişti. Durgunlaştı, ağlamak istiyordu ama bizi de üzmemek için, kendini zor tutuyordu. Bu şekilde 1 saat bitmiş, biz evimize, onlar C9 koğuşlarına dönmüştü. Biz evde, eşim ise koğuşunda ağlayarak, o günü bitirmiştik. Ve günün hissiyatı ile eşim minik yavrumuz Ömer’ imize şu mektubu yazmış..
“Canım oğlum Ömer’im,
06.01.2017 (160.gün) saat 23:50
Nasılsın canım oğlum? Sen, beni daha tanımazsın gerçi, senden ayrıldığımda daha çok küçüktün, 3,5 aylıktın, ama şimdi 9 ay bitmek üzere, maşallah kocaman ol-
dun, yürümeye başlamışsın. Annen bana anlatıyor, seni hep göremiyorum ama olsun, ben seni çok seviyorum ve özlüyorum.
BABASI ÖMER’ İ ÇOK SEVİYOR Kİ
Evlat babaya, baba evlada yabancı
Saplandı kalbime dayanılmaz bir acı
Sarılamamak mı evlada doya doya
Ağlaması mı evladın babaya baka baka?
Hangisi daha zordur inan bilemem
Kaç gün oldu, daha kendime gelemem
İnan ki seni öyle çok severim
Benim ufak, tatlı, güzel Ömer’im.
Bilirim senin hiçbir suçun yok
Çünkü baban senin yanında yok.
-Anne nerdedir babam benim?
-Az kaldı gelecek inşaallah Ömer’im.
Elimde olsa inan hemen gelirim
Oğlum! Napalım bu da benim kaderim
Sesini duyamadım bile daha, ama olsun
Sen yeterki hep gül, canın sağolsun
“Baba baba” diye konuşur olmuşsun
Adımlarını bile ufaktan atarmışsın
Ben duyamasam da göremesem de seninle hayaller kurarım
Hayalimde görsen seni ne güzel kucaklarım
Sen şimdi dokuz aylık oldun
Halbuki, sorsan daha dün doğdun
Ayrılık gerçekten zormuş be oğlum
Şunu bil ki “SENİ ÇOK SEVİYORUM”
Böyle işte tosunum, bize de bu gece şiir yazmak düştü. Sana mektup yazmayalı çok olmuştu. Üzülme sakın, ben sana ara ara mektup yazarım söz, baba sözü sana. Hadi bakalım, hayırlı geceler olsun, Allah‘a emanet ol.
Seni çok seven baban Serdar.”
Benim eşim 14 ay kaldı Ferizli Cezaevi’nde. Çok şükür kavuştuk ama, oğlumun dedesi hâlâ cezaevinde. Dilerim Allah’tan tez zamanda ona da kavuşuruz, herkes kavuşur, tüm hasretlikler son bulur. Dilerim herkes yine ailesiyle bir masanın etrafında buluşur. “Bu da geçti Ya Hu, acısı gitti lezzeti kaldı” deyip, bu zorlu günleri tebessümle yâd eder…