ÇAĞ
ESRA DOLUNAY
“-Dünyayı etkileyen virüs dalga dalga yayılıyor..
-Şiddetli deprem sebebiyle tsunami uyarısı verildi..
-Kazada kurtulan yok..
-Başkan bu kez..”
TV’yi kapattı. Önünde duran gazeteye göz ucuyla baktı, bir anda hevesi kaçmıştı.
Aslında alışkındı haberciliğe. Yıllarca düzenlediği haber metinleri, önüne gelen yüzlerce çoğu olumsuz haberler.. Hepsini okuyup en çok değer taşıyan (!) habere yer vermemiş miydi hep?.. Bir keresinde yağmurdan sırıl sıklam halde ayakkabılarındaki suyu boşaltırken “Bunun için mi tüm gün haber peşinde koştum?” diye isyan etmemiş miydi?. İnsanlara felaket yaymak için.. Ya da abartılı boş umutlar aşılamak için.. Haber demek “sadece gerçekler” sloganıyla maskelenmiş balonlar değil miydi?
Birden kapı çaldı. Kapıdaki, yağmurdan sırılsıklam olmuş Rafi’ydi.
-Hayırdır Rafi, balık sezonu burada mı açıldı?. Çabuk gel içeri, haline bak!
Rafi kapıda şemsiyesini iyice silkelerken:
-Sokakları sel götürüyor. Kaç senedir böyle yağmur görmedim.. Yakınlarda olunca burada bekleyeyim dinmesini dedim. Ayakkabılarım da su doldu. Baksana havaya! Dünyanın sonu ve biz bunu göreceğimiz için şanslıyız!
O an çakan şimşekle beraber Vefa, dışarıdaki yağmurun yanı sıra zihninin de farkına varmıştı. Bir taraftan ocağı açıp çayı ısıtırken Rafi çoraplarını kalorifere sermekle meşguldü:
-Sahi sen neler yapıyorsun?
Isınan suyun cızırtısı eşliğinde yağmur da hızlanıyordu.
-Ben mi! Aynı.. Senin işler nasıl? Görünmez olmuştun.
-Balıkçılık mı? Önceden balık gibi haber avlıyorduk şimdi de canlısını avlıyoruz.
-Merakın ve muzipliğinden bir şey kaybetmemişsin.
-Sen de açıksözlülüğünden… Başın az belaya girmemişti.
Gülümsediler.. Belki eskiyi konuşmak aynı anıları paylaşmak bir an için o günlere götürüyordu iki eski dostu.
Belki bir şeyleri değiştirebilme gücünü insan anılarda daha çok hissediyordu.
Belki o anılarda değiştirmeyi hep istedikleri bir şeyler saklıydı.
Rafi damlaların hızla vurduğu pencerenin yanındaki koltuğa oturdu:
-Hani yağmurlu bir günde “Olay yeri haberi yapacağım ben, gitmek istiyorum.” deyip kaybolduğun günü hatırlıyor musun?
-Hatırlamak mı?.. Unutmak için o taraftan bile geçmedim.
Güldüler
-Sence ne olacak bu dünya arkadaşım? Şu haberleri hazırlamak bu kadar etkilemiyordu sanki. Okumak tahammül edilemezmiş.
Vefa elinde bardaklarla yerine geçti, bisküvisini çaya banıp gülümsedi:
-Bu şuna benziyor. Küçükken bisküvinin sadece içindeki kaymağı yemeye çalışırdık. İkisinin beraber farklı bir anlam kazandığını bilmek istemedik, denemedik.
-Felsefik gazeteci olmaz demiştim sana zamanında.
-“Olmaz” da olur.
-Tamam tamam kelime oyunlarına yetişemem.
Az önceki şiddetli yağmur yerini hafif sağanağa bırakmıştı. Çatılardan yere dökülen seslerle içerideki sıcak çay bardaklarının sesi ve muhabbetin koyuluğu tam bir senfoni oluşturmuştu.
Rafi, masada duran gazeteye göz ucuyla baktı. Bir anda ciddileşti:
-Şuna bak!.. Yakılmış.
-Bu eski matbaa binası değil mi?
Kışın son demleri, yeni yılın ise ilk adımlarında iki eski dostun paylaştığı bir hayal dumanlara karışırken başka sisleri aralıyordu.
(Devam edecek)
Kelime oyunlarınız ne kadar güzel. ” Olmaz” da olur. …