ORADA BİR ÜLKE VAR
Yasemin Tatlıseven
“Bir kaçakçının arabasındayım. Birkaç saate kadar, eğer her şey yolunda giderse, ülkemden ayrılmış olacağım. Doğup büyüdüğüm topraklara bir daha gelmek nasip olur mu, Allah bilir!.”
“Orda bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür
Gitmesek de görmesek de
O köy bizim köyümüzdür.”
Sekiz ya da dokuz yaşındayım.Yaz tatiline giriyoruz, karneleri aldık. Hepsi pekiyi… Her tatil dedemlerde toplanırız. Geniş bir aileyiz. Amcamlar, halamlar bir araya gelince epey kalabalık oluyoruz. Köyümüzü çok seviyorum.
Harman zamanı geldi. Dedem ekinleri biçtirecek. Köyde bir tane biçerdöver var. Sırayla bütün köylünün buğdaylarını o biçiyor. Gece köy kahvesinde konuşuluyor, ertesi gün kimlerin tarlasının biçileceği…Tabii gün yeter, sıra gelirse! E bir de biçerdövercinin peşinde koşmak lazım… Acele etmeli. Bir yağmur bastırırsa, bütün mahsul mahvolur.
Dedem kahveden eve geliyor “Yarın kimler benimle tarlaya gelmek ister?” diye soruyor. Ben ve kuzenlerim atlıyoruz hemen… Sabah güneşin doğmasıyla birlikte hepimiz bahçede hazır, dedemi bekliyoruz. Dedem traktöre römorku takıyor ve biz kasaya doluşuyoruz. “Sıkı tutunun!” deyip hızlanıyor. Tarlaya doğru yola çıkıyoruz. Hayatımın en eğlenceli yolculuklarıdır o anlar… Dedem de zaten iş yapalım diye değil, sırf bizimle vakit geçirsin diye bizi tarlaya götürüyor. Engebeli yollarda hoplaya zıplaya tarlaya varıyoruz. Bu arada Coni bizi takip ediyor. Evet, köpeğimizin adı Coni. Tek kanallı devlet televizyonunda izlediğimiz Amerikan filmlerinin etkisinde kalarak bu ismi koymuştuk. O zamanlar köydeki bütün köpeklerin adı ya Coni ya da Toni’ydi. Ne zaman ki traktörü durdurup iniyoruz, Coni eve geri dönüyor.
Biçerdöveri görmüyoruz ama uzaktan sesini duyuyoruz. “Hah işte!” diyor dedem , “O tarlayı biçsin, sıra bizimkine gelecek.”. Traktörü kavak ağaçlarının gölgesine çekiyor.Yere bir hasır yayıp “Ben az kestireyim, siz de yatın çocuklar.” diyor. Dördümüz de yere uzanıp bulutları seyretmeye başlıyoruz. Kavak yapraklarının hışırtısı o kadar güzel ki dedeme ninni gibi geliyor olmalı… Çünkü çoktan horlamaya başladı bile… Usulca yattığımız yerden kalkıp kovalambaç oynamaya başlıyoruz. Kendimizi oyuna öyle bir kaptırıyoruz ki saatten haberimiz yok! Dedem uyanmış telaşla yanımıza geliyor. “Hani nerede biçerdöver, gelmedi mi hala?” diyor. Dördümüz göz göze gelip kulaklarımızı kabartıyoruz. Çıt yok. Biçerdöver çoktan gitmiş.
Bu olayı defaten yaşıyoruz. Ve dedem her seferinde “Neden beni uyandırmadınız çocuklar?” diye soruyor. İyi ki uyandırmamışız dede, yoksa böyle bir anımız olmayacaktı… Ve her seferinde boş traktör kasasıyla geri dönüyoruz. Evdekiler “Yine mi?” deyip gülüşüyorlar.
Sonunda bir gün dedem biçerdöverciyi köşeye sıkıştırıyor. Bizim tarla biçiliyor. Kasa buğday dolu. “Allah bereketini versin.” diyor dedem. Dördümüz ekin yığınlarının üzerine çıkıp oturuyoruz. Zafer kazanmış edasıyla köye öyle bir girişimiz var ki sormayın gitsin. Coni bizi yolda karşılıyor, o da çok mutlu… Emeğinin karşılığını aldığı için, torun tombalak bir arada olduğumuz için dedem de çok mutlu… Hepimiz mutluyuz.
Yanımdaki arkadaşımın “Su ister misin?” sorusuyla daldığım hülyalardan uyandım. Bir kaçakçının arabasındayım. Birkaç saate kadar, eğer her şey yolunda giderse, ülkemden ayrılmış olacağım. Doğup büyüdüğüm topraklara bir daha gelmek nasip olur mu, Allah bilir!.. Şu an son kez köyümün yanından geçiyoruz. Dedemle gölgesinde uyuduğumuz kavakları uzaktan görebiliyorum. Dedelerimin göçmenliği geliyor aklıma… Doğup büyüdükleri toprakları bırakıp yeni bir ülkede hayata tutunuşlarını düşünüyorum. Yeniden kök salışlarını, dallanıp budaklanmalarını, yapayalnız geldikleri bu coğrafyada torun torba çoğalmalarını, sıfırdan varoluşlarını gururla anımsıyorum. Tüm bunlar bana güç veriyor.
Ninemin göç ettikleri geceyi anlatışını hatırlıyorum. Yedi yaşındaymış göçüp geldiklerinde… Doğup büyüdüğü evi, aklında kaldığı kadarıyla köyünü tarif ederdi. Yemyeşil bir köymüş, evleri iki katlıymış. “Öylece bıraktık gevura…” deyip gözleri buğulanırdı. Okula gidermiş orada, Bulgarca ona kadar sayardı. Peçka çıtır çıtır yanarken, ninemin çakır gözlerine kilitlenir “Bir daha say nine!” deyip güya Bulgarca saymayı öğrenmeye çalışırdık.Yuri ve Maria adlı iki arkadaşını hiç unutamazdı. Belli ki onlarla güzel bir çocukluk yaşamıştı. “Onların bayramları olurdu, bize boyalı yumurta getirirlerdi, biz de kandillerde onlara peksimet götürürdük.” diye ilave ederdi.
Bir gece annesi yorganı döşeği toplayıp denk yapmış. Bir bohçaya da birkaç parça azık koymuşlar. Babası bir çift öküzü arabaya koşmuş. Bildiği iş çiftçilik, öküzlerimi götürürsem ekip biçerim, aç kalmayız diye düşünmüş olmalı. Öküz arabasına annesi ve üç kardeşiyle birlikte binmiş ninem. Babası öküzleri Edirne’ye doğru koşmuş. Sınıra tam yaklaştıkları sırada Bulgar askerleri onları durdurmuş. “Öküzler bizimdir, götüremezsiniz!” demişler. Koca dedem mecbur çoluk çocuğu indirmiş arabadan… “Öküzlerin gözlerinden ağlayarak öptü…” diye anlatırdı ninem.. Sevip okşamış hayvanlarını ve bırakmış oracıkta… “Tek varlığımızı da orada bırakıp arkamıza bakmadan saatlerce yürüdük.” derdi.
Ninemin sözleri çınlıyor kulaklarımda:
“Biz yamalı gezdik kızım, ama utanmadık. Çalıştık, çok çalıştık. Ekmeğimizi kazandık çok şükür, kimseye muhtaç olmadık. Çalışan kazanır kızım, çalışan kazanır. Yamalı bir bohçayla geldik sırtımızda…Ahırdan bozma bir odada geçirdik koca bir kışı, ama yılmadık kızım. Evimizi, ocağımızı, kurulu düzenimizi, sevdiklerimizi bırakıp da geldik. Ama bak yine tutunduk Allah’ın izniyle, filizlendik, meyveye durduk, kök saldık. Allah ne dilerse o olur kızım, sen çalış Allah’a tevekkül et. Rabbim elbet çalıştığının karşılığını verecektir.Yeter ki yılma, vazgeçme, devam et kızım!”
Bir kaçakçının arabasındayım. Eğer her şey yolunda giderse birkaç saate kadar ülkemden ayrılmış olacağım. Göç etmiş bir milletin evladıyım. Göçerek yaşamış insanlar coğrafyasındayım. Rabbimin bize sunduğu kainat üzerinde, kendime bir yurt arıyorum. Eğer her şey yolunda giderse elbet başımı sokacak bir çatı bulacağım.
Bir Fatiha okuyup gittikçe gözden kaybolan mezarlığa doğru üflüyorum. Dedelerime, ninelerime ve köyüme gülümseyerek el sallıyor, başka bir ülkeye doğru yeni başlangıçlara yelken açıyorum.