UYANAMIYORUM

SELMAN MELLİOĞLU

Uyuyakaldık yine bir bayram sabahına. Parçalanan umutlarımızın savurduğu günleri unutarak… Uyanamadık girmiş olduğumuz o derin uykulardan. Saklandık, sanki kendimizden bile. Yıllar geçti özledik bayram sabahlarında pür heyecan tam bir metafizik gerilim içinde üzerimizden sımsıcak yorgun yorganları atıp abdeste koşmaya. Öyle ya bayramsa ben neden uykudayım? Çıkmaza saplanmış, arafta kalmış rüyaları kovalıyorum. Ah gözümü bir açsam! Bir kaldırsam başımı kendimi bayram yerinde bulacağım. 

            Neden iki rekât namaz bana gelmiyordu? Bayram yolunda saf tutmak için benim adımlarım neden geri geri duruyor? Bayram yamaçlarında yeldire yeldire niçin gezemiyorum? Efil efil esen asırlık bayram meltemlerinde başım dik, yüzüm Rabbe dönük duaya duramıyorum?

             Beni bu gaflete düşürecek hangi günahları işleme küstahlığında bulundum? Neden etrafımda kimse yok? Hâlbuki ailem, çocuklarım bir telefon kadar yakın arkadaşlarım var. Yoksa ben öldüm de haberim mi yok? Hani benim bayramlarım ya da bayramlar mı bana dargın, kırgın?

            Uyanamadıysam nerelerdeydim? Sanki kelepçe vurmuşlar da benliğime, yüreğime, bedenime… Kapılar sürgülü derin zindanlardayım. Bir yalan uğruna apar topar paketlenip kodeslere mi tıkıldım ki? Üzerimde tonlarca ağırlık ve ben altında eziliyorum. Ruhumu örseleyen esaret yurdundayım belki de. Kuş uçmaz, kervan geçmez ıssız çöllerde, kilitli hanlardayım herhalde. Ümitlerimi lime lime edip parçalayan beklenti koridorlarındayımdır kim bilir?

Kim bilebilir ki belki de henüz dünyaya yeni teşrif etmiş küçük bir yavrunun daha annesinden kopamadan emziği koparılıp atılan masumun sessiz ağıtına takılıp kaldım. Azıcık insanlıktan nasibi olanlar yapar mı bunca canavarlığı? Küçük bir sabiye çok gördüler ana merhametinden, şefkatinden kopup gelen emziği. Emzik bile tutamayan üç beş aylık yavruların zindan duvarlarına çarpan ağlama seslerine mi takılıp kaldım sanki? Takılıp kaldım; dünyaya adımlarını bile atamamış sabinin bir anda anasız ve babasız kalmanın derin matem çığlıklarının buhranlı anaforunda…

            Minik elleriyle zindan duvarlarına tutunup ellerinin keskin tellerin ellerini kanatmasına aldırmadan gözyaşı seline boğulup ana kucağını arayan kundaksız körpenin çığlığına takılıp kaldım. İnsan olan insanın yapmaya vicdan erdiremeyeceği bu insafsız tutuklamalarda, bir körpenin ana kucağından koparılıp alındığına şahit oldum. Öyle şahit oldum ki bayram sabahına uyanamadım.

             Yavrusunu kurda kuşa kaptırmış gibi, feryat eden ananın duyulmayan, duyulmasına bile izin verilmeyen sancılı duruşuna mı takılıp kaldım da bayram sabahlarına uyanamadım? Bir körpenin emzik hakkı kime emanet? Emziğinin hakkını kim, nasıl verecek? Emziği verene yapılmış bir saygısızlık değil de nedir bu? 

        Öyle ya ben neden bayram sabahında bayram güllerini koklayamadım? Bana mübarek olmadığı, insanlığa unutturulduğu, insanca yaşamanın olmadığı derin kuyularda mıyım? Gül dalında saksağanlar öter olmuş, benim bülbüllerim nicedir. Kuyunun da bir sahibi var, kuyuya atanların hali nicedir.

          Evlatlarını kaybetmiş bir babanın kodes penceresinden elbisede bir yama kadar görebildiği gökyüzüne karşı feryadını mı duyamadım da uyuyakaldım?  Gaflet uykusunun, insafsız adalet düşkünlerinin, pervasız kalem sallamalarından mütevellit, kırgın gönüllerin bitmeyen çilesi mi beni bu karanlığa sürükledi. 

          Bayram sabahım, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi boynum bükük, dudaklarım ağlamamak için tir tir, gözlerimden yaş gelmesin diye gözyaşlarımı içime akıtıp, sıkıp suyunu yaban ellere yağmur olarak gönderdiğim hüzün günlerim. 

            Bayram sabahlarında baba bekleyen yavrular var. Babam bu bayram da yok. Hâlbuki ne hayaller kurmuşlardır yavrucaklar. Babalar bayram sabahlarına sığdırılmayan, bayram saatlerinde diz indirtilmeyen, bayram ellerinin öptürülmeyen bayramların yasaklandığı babalar, analar ve emziği zorla elinden alınan sabiler.

            Bayramlar nasıl öksüz olmasın ki; gelmeyecek babaların gelmeyecek bayramları var olduğu sürece.

            Anlamsız rüyalar ikliminde gezinip, olmadık hülyalar peşinde koşmasaydım yıllanmış karların altında kalmazdı uykularım. Azıcıkta olsa bir ışık görse, eriyip, kaybolur giderdi Kaf dağına kadar birikmiş karlarım. O zaman ben de bayrama koşardım. Özlem ile hasretin vuslatını doya doya seyre dalardım. Öyle ya kavuşmalar hep hüzünlüdür. O an sadece gözler konuşur sevinç damlacıklarıyla. Ama heyhat ben başka vadilerde bayramlar başka vadilerde. Cinnet koridorlarında, çıkmaza saplanmış tekerlek misali, balçık tutan zihniyetin yaralamış olduğu zavallı kocalar. Kocalar diyorum: sor bakalım kocasının amansız hastalığa yakalanıp günden güne hapis hücrelerinde eriyişini (eritilişini) gören (belki de sultacılar öyle istiyor) eşine bayramlar kaç gün ya da bayram onun lügatinde bilmem kaç bin fit derinlere gömülmüş sadece bir kelimeden ibaret olduğunu. Onu da hatırlarsa tabi… Hiçbir bayram “kavuşulamayacak” olunması, günlerin dikenli bir tel gibi içinden geçip gittiğini düşün.

            Bayram sabahına uyanmak mı, bayram mı varmış? Uyuyakalmışım uyandırılmayan bayramlara. Yoksa azgın nehirleri karşısına alıp birkaç kulaçlık mesafenin uzayıp uzayıp derin vadilere dönüştüğü, gözlerinde ümitlerin gel git yaşadığı, sancılı ağrıların bıçak gibi saplanıp saplanıp çıktığı bedenden, aklına takılan; ben bu azgın insan yutan, yavrularımı alıp benden koparan, eşleri birbirinden acımadan parçalayıp ayıran nehrin yanında ne yapıyorum diye soran gözlere mi rastladım ki uyanamadım? 

                   Ne olurdu Musa gelse vursa asasını yine. Köşeye sıkışmış, her şeyleri elinden alınmış, gidecek başka yeri kalmamış, sığındıkları sadece ve sadece Rableri olan mazlumları asasının açmış olduğu yoldan geçirip sahili selamete ulaştırsa. Yarılsa nehirler tekrardan, mazlum coğrafyalardaki mazlumlar çıksa ummadıkları düzlüklere. Ne olurdu sanki?

              Bayram nasıl bir şeydi? Ardından güller mi atılırdı ki Tuna boylarında dolanırsın? Ejderhaların alev püskürten öfkesinden mi kaçarsın ki, ana yurttan ayrılırsın, bir bilinmeze? Sahipsiz mi kaldın ki can evinden canlarını alıp uzak diyarlara hicret soluklarsın? Hem de Necaşi’nin yurduna sığınır gibi. Neredesin ey Necaşi’nin yurdu, sana kutlu peygamberin yolcuları göründü almaz mısın içeri? Peşinden akbabalar mı kovalar bulanık sulara gözünü bile kırpmadan dalarsınız ey asrın garipleri ve garibeleri! Heyhat yine derin uykulardayım hem bayram sabahına uyanamadım hem de boş hayaller diyarında savsaklanıp durdum. Bayram acının tatlı diye yutturulmaya çalışıldığı melankoli ruh haletine büründü.

             Yıllardır dikenli tellerin, gözleri kestiği ve keskinleştirdiği, hafakan ovalarında ayaklarına dolanan yaban otlarına aldırmadan yön arayan garipler sor bayram sabahına uyanamamayı.

             Nasıl uyansın analar, babalar bayram sabahına? O sabahlar o kadar uzaktalar ki sanki masal diyarında efsunlaşıp kalmışlar gibi. Ve bazı uykular ne yazık ki bayram sabahına hiç uyanamayacak. Belki de bulmuştur ya da içine düşmüştür hayal bile edemeyeceğimiz bayramlarımıza kim bilir?  Şu an bayram zehirli bir ok gibi kalbimin tam orta yerine saplanmış can çekiştire çekiştire ve kötülüğün zevkten zevk çıkardığı yalancı bir yakamoza dönüştü. Aldatma çağının aldanma argümanları küstürmüş anaları, babaları.

            Açar elbet bir gün İbrahim misali ateş içinde güller. Vurur okyanuslar içindeki insanlık emanetini sahil kenarına. Yarar asalar en azgın nehirleri, geçirir mazlumları emanete teslim eder. Bir örümcek ağı saklar en kutlu misafirleri. Uzakta bizim yakın da kavuşur ayrılanlar kim bilebilir belki çok yakında? 

             Uyanır elbet bir gün babalar, analar ve emzikten koparılan yavrular o en kutlu bayram sabahına… Ve en yeni urbaları kuşanıp, sevinç gözyaşlarına gark olup, cennet asa bir ömür sürerler en sevdikleriyle, en çok sevilenleriyle ve En Sevgiliyle…

 Bayram o bayram ola…

You may also like...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *