NERETVA

Esra Dolunay

Sol tarafta gördüğünüz Neretva! Güneydeki dağların eteklerinde doğuyor ve tüm ülkeyi geçerek Adriyatik Denizi’ne dökülüyor.

Rehberi dinlerken kafamı, sarsılıp duran camdan kaldırıp dışarı çevirdim. Turkuaz !

Her tonunda ayrı hisler barındıran, bazen bir göl halini alıp tekrar yoluna devam eden Neretva Nehri!

Tur otobüsünde, kıvrılan yollarda, sakin bir yerel ezginin ritmi ile ilerliyorduk. Arkalardan bir koltuk kapmıştım. Elimde “Saraybosna Blues” kitabı ve kulağımda bir ezgi… Etrafı izlemekten kendimi alamıyordum.

-Bu nehrin üstünde kurulu köprüyü duymuştun değil mi?

Koridorun karşısındaki koltuktan meraklı bir soru geldi. Hemen cevap verip manzarayı izlemek istiyordum:

-Sanırım Mostar’ı diyorsun, bir kaç kez resmini gördüm.

-Biliyor musun eskiden evlenecek gençler cesaretlerini kanıtlamak için köprüden nehre atlarlarmış . Şimdi de bazı sporcular yapıyormuş bunu.

-İyi ki atlamam gerekmiyor o zaman. Dedim. Benim muhabbetim açmayınca yandakilerle muhabbete devam etti.

 

Rehber anlatmaya devam ediyor, nehri takip eden yol, kıvrılarak ilerliyordu. Otobüs kimi zaman duvarları kurşun izleriyle kaplı evlerin önünden geçiyor, unutmayı değil hatırlamayı seçmiş delik duvarlı evlerin önünden… Kimi zaman ayağı aksayan bir adamın yanından, tombul yanaklı çocukların arasından, ürkek kargaların altından…

Kargalar!

 

-Bu kargaların sesi ne hırçın böyle!

-Bazılarının yaşı yirmi beşi aşıyor. Düşünsene!  O vahşete tanıklık etmiş olan kargalar var belki burada.

 

Yola ilk çıktığımızda söylemişti rehber bunu. Başka bir şey sormamıştım.

 

Yollar geçiyorduk, sonra evler, çiçekli bahçeler, yeşil ağaçlar, muhteşem manzaralar… Beyaz bulutlar ve beyaz mezar taşları… Burukluğu, masumiyeti, insaniyeti geçiyorduk. En güzel çiçekler mezarlıklarda açardı. Burada her yer en güzel çiçeklerle doluydu.

 

Aniden siyah bir karga sürüsü otobüsün camına üşüştü. Ani bir fren! Patlama sesi ve çatlayan cam…!

Koyu bir duman içeriye doldu. Kendimi aşağı attım herkes gibi. İner inmez yoğun duman etrafı sarmıştı. Gözlerim yanıyordu.

Bir el beni kolumdan çektiği gibi ileri attı. Atmasıyla otobüs büyük bir gürültüyle kızıl bir topa dönüştü. Sonra kulaklarımda bir çınlama ve sessizlik… Etrafta koşuşturan insanlar… Yağan kurşunlar… Oyuncağı yere düşmüş bir bebek… Beni çekiştiren biri…

-Neler oluyor, sen de kimsin? Bırak kolumu!

-Görmüyor musun “Savaş! Çok kolay telaffuz edebildiğim bir kelimeydi… Şimdi gerçek anlamın ağırlığıyla dolu.”

Acele et!

Bu garip adamın cümleleri bana nedenini bilmediğim bir tanışıklık hissettirmişti.

Kendimi karanlık bir mahzende buldum.

-Neredeyiz?

-Tünel burası. “Umut tüneli” Ellerimizle kazdık. Gizlice. Erzak, ilaç almak için.

-Anlamıyorum. Ne yapacağız şimdi?

-Göreceksin. Anlatacaksın. Yaşayacaksın!

-Sen de yaşayacaksın!

-….. ?

-Herkes nerede?

Tünelin ilerisine baktı.

-Koca bir mezarlıkta yaşıyor gibi hissettin mi?

Doğum ve ölüm yılı aynı olan yıllar yazdın mı beyaz taşlara?

Kötü ve en kötü arasında seçim yapmak zorunda kaldın mı?

Hangi çocuğundan vazgeçeceğini seçtin mi…?

 

Sustum…

Ayakları titriyordu, elleri ve gözleri…

Tuzlu bir damlanın düştüğü yerde beyaz bir papatya farkettim. Oradan koparıp avucuna bıraktım.

-Yaşayacaksın! Dedim. Bu tüneli takip edeceksin ve buradan çıkacaksın.

Sustu…

Ayağa kalkıp su dolu zeminde bata çıka yürüdü. Son kez bakıp seslendi: “Semezdin, benim adım bu!”

Adımları devam etti.

Tünelin sonunda kayboldu.

 

Bir gürültü tepemde yankılandı. Karga sürüsü!

-Neretva’nın kıyısında biraz dinlenmek için iniyoruz arkadaşlar !

Etrafıma baktım. Muhabbete dalmış gezi gurubu, sandviç kutusunu aşağı indiren rehberimiz, kulağımda açık kalmış ağır nağme … ve kitabımın üzerinde bir papatya !

——————

***Yazarı Semezdin Mehmedinoviç olan “Saraybosna Blues” kitabından bir cümledir.

Savaşı yaşayan yazar, bu kitabında o  dönemin duygularını şiir, anı ve öyküleriyle yansıtmış.

You may also like...

2 Responses

  1. Canan says:

    Yīllar geçti üstünden o kıyımı anlatan bir roman okumuştum. “Sabah Yakın Değil mi?” M. Înal Vela’nın. Sonra aynı şehirde yaşadığımızı öğrenince defter ve kalemimi alıp evine gitmiş, röportaj yapmıştım. Sessizdi yazar. Sanki kitabı yazarken anlattıkları yormuştu onu. Zira gerçeklerden beslenmişti.
    Sizin hikayenizle birden hatırladım o acı yaşananları, o karanlık vakitleri. Yine müthiş bir kurguyla anlatmışsınız hikayenizi. Elinize sağlık hocam

  2. GUSMENA S.N. says:

    Hikâye içinde hikâye… Kullanılan dile bayıldım. Okuyanı, bizzat olayda hissettiriyor. Maalesef alışmaya başlanılan yaralara, bir kez Daha kabuk kaldırtiyorsunuz. Tebrikler.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *