KALBİN SESİ

YASİN TOKSOY

 

Hava çok sıcak. Şu çınarların, çamların, meşelerin, gürgenlerin uzadığı güzelim ormanda bile bu derece sıcaklık olması şaşılacak şey. Gittikçe de artıyor sıcaklık. Aslında belli bir dereceye kadar normal bu sıcaklık ama ne olduysa şu birkaç saatte oldu. Bir şey mi oluyor acaba dışarıda? Bir çıkıp baksam iyi olacak. Yavruları bırakıp gitmek de pek mantıklı değil fakat yine de durduğu yerde duramıyorsun. Ağaç kovuğunda yaşamanın en güzel yanı yüksekte olmak. Ağacın tepesinde doğru çıkınca tüm ormanı görebiliyorsun. O muhteşem tabiat ananın nefesini kulaklarınla işitebilmek, ormanın sessizce homurdanması, kuş âleminin şarkılarını yankısı, hepsi birden kulaklarına doluyor. Yerin altında yaşayınca da illaki başka bir güzellik vardır ama hem orta da durmak bizim kısmen şanslı olduğumuzu gösteriyor. 

Böyle düşünüyordu öğlen vakti ormanın orta yerinde yavruları ile birlikte bir ağaç kovuğunda yaşayan sincap. Biraz tereddüt ettikten sonra yavrularına oyalanacak birkaç meşe palamudu bırakıp yuvadan çıktı. Çıktıkça sıcaklığın daha yakıcı hale geldiğini hissetmeye başladı. Öyle bir sıcaktı ki terlemeye başladı. Kaç yıllık hayatı boyunca böyle bir sıcak görmemişti. Sonra bu kokuda neyin nesiydi? Ya havadaki grilik. Hayra yormak istedi fakat garip bir korku içine gelip oturdu. Bu ormanda ilk defa korku duydu. Yılanlardan da korkardı fakat bu defa öyle kaçıp kurtulmayı düşünebileceği bir korku değildi bu. Minik yüreğine sığmayacak bir korkuydu bu. Orman yanıyor olabilir miydi? Mümkün değil. Burası yerleşim yerlerinden çok uzaktaydı. İnsan eliyle fındık yiyen eski akrabalarından ve yine onların çıkardığı orman yangınından kaçan ailesinden duymuştu. Öyle bir can havliyle koşmuştu ki annesi, yıllarca o insan denen varlığı bir daha görmenin mümkün olmayacağı kadar uzağa gelmişti. Oysa şimdi bu uzaklıkta bile insan elinin ateşi onlara değmeye başlamıştı. Ne demeye şu insan denen varlık yaşardı ki ormanda? Zarar ziyandan başka ne faydası vardı ki ormana? Şurada yıllardır yaşadıkları halde, böylesi bir korkuları olmamıştı. Ah şu insan denen yaratıklar. Tüm dengeyi bozuyorlardı. 

Bir aralık iyimserliği tuttu. Yangın olsa, oradan buraya gelmeden muhakkak söndürülürdü. Her gün, kuşlara benzeyen, fakat kuşlardan farklı olarak homurtuyla uçan devasa varlıklardan üzerlerine su dökülerek yangının söndürüldüğünden de bahsetmişti bir ceylan. Yalan söylüyor olamazdı herhalde. Bir süre bu tereddüdü yaşadıktan sonra ağacın gövdesinden yukarı doğru hızlıca tırmanmaya başladı. Ağacın tepesine tırmandığında gördüğü manzara karşısında dili tutuldu. Gözleri kocaman oldu. Koca bir ateş kütlesi gittikçe yaklaşıyordu. Diğer iki yanına baktı. Oralarda da aynı manzara vardı. Hayvanların çığlıklarını da duyar olmuştu şimdi. Kimi kuşlar, yuva yaptıkları ve henüz uçamayan yavrularının üzerinde olduğu yanan ağaçların tepesinde feryat figan uçup dururken, birden yükselen alevler onların tüylerini yakıyor ve acı bir çığlıkla ateşin içine düşüyorlardı. Ceylanların çığlıklarını duydu. Sonra kaplumbağaların. Kaplumbağalar hayvanlar içinde en sevdiği ve en naif olanlarıydı. Ateşten kaçamayacak kadar yavaşlardı. Ormanda kimseye zararları olmayan bu hayvanlar bu sakinlikleriyle neredeyse yüzyıl yaşarlardı. Oysa şimdi can havliyle bile kaçamıyorlardı. Ayaklarından itibaren artan sıcaklıkla kabuklarına çekiliyor sonra da alevler içinde yavaş yavaş kül oluyorlardı. 

Bu manzarayı daha fazla izleyemedi. Korkuyla aşağı indi yuvasına girdi. Yavrularını çıkarmak zorundaydı. Fakat nereye gidecekti? Koca orman. Yeni bir ağacın kovuğuna yuva yaparım diye düşündü. Fakat bu yedi yavruyu birden kaybetmeden nasıl çıkaracaktı bu alev hilalinin ortasından. Bu hilal şeklinde gelen ateş, bir çembere dönüşerek onlara ulaşmadan önce yavrularıyla birlikte çıkabilmesi mümkün müydü? Çıkmalıydı zira başka çaresi yoktu. Ağlamaya başladı. Ah bu orman, dünyanın en büyülü renklerinin bir arada bulunduğu yer nasıl yanardı? O ahenkli sesler birdenbire nasılda bir çığlık, sonra da ölüm sessizliğe dönecekti. Zihni bu düşünceyi kaldıramadı. 

Yavrularının elindeki meşe palamudunu aldı ve kenara koydu. Onlara yüksek sesle ne yapacaklarını tembihledi. Yavrular daha önce hiç yuvadan çıkmadıkları için, yenidünyayı keşfedecekleri haberini duyunca gerisini dinlemediler bile. Anne tekrar tekrar olanları ve olacakları anlattı. Bir şey dışında. Ormanın yandığından bahsetmedi. Yavrularının korkmasını istemiyordu. Gittikleri yerde sanki hiçbir şey olmamış, böyle bir facia yaşanmamış gibi yaşamak istiyordu. Oysa yavrular için durum hiçte annenin anlattığı gibi olmayacaktı. 

-Beni takip edeceksiniz. Hızlı bir şekilde ardımdan geleceksiniz. Anlaşıldı mı? Dedi anne. 

Yavrular başlarını sallayarak onu onayladılar. Yavrularını peşine takıp yuvadan yavaş yavaş ayrıldı anne. En yaramaz ve haşarı olanı hemen ardına aldı. O diğerlerini ayartmasa, diğerleri kendiliğinden peşinden gelir sanıyordu. Fakat yavrular ilk kez dışarıyı görmenin heyecanı içindeydiler. Şaşkın şaşkın etrafa bakınıyorlar, ağaçların boylarına bakıp kendi küçüklüklerini düşünüyor, öte yandan sanki bu ağaçların sahibiymiş gibi nasılda daldan dala hoplaya zıplaya geçebilme yeteneklerinin olduğunu idrak etmeye çalışıyorlardı. Güneşten gözlerinin kamaşmalarının yanında ormanın büyüklüğü de gözlerini kamaştırıyordu. Hâlbuki karşısında ne kadar küçük olduklarını düşünebilecekleri koca dünya ve gezegenler vardı daha. 

En yaramaz olanı bir aralık kaşla göz arasında kayboldu. Bir tavşana takıldı gözleri. Kendisine bu kadar benzeyen ancak bir o kadar da yabancı olan bu tombul yaratığın ne demeye yerinde kalakaldığını anlamaya çalıştı. Oysa tavşan dakikalarca koşmuş ve nihayet yorulunca kendisini bir ağacın dibine bırakmıştı. 

Yavrularının her biri bir yere tünemişti tavşanın. Gözlerindeki telaş ve endişe yavru sincabı ürkütmeye yetti. İlk defa gördüğü tavşana yardım etmek, kısacık kollarıyla koca tavşana omuz vermek isterdi. Fakat ailesinden ayrılmasının imkânı yoktu. Hem zaten geride kalmıştı. Bir an önce onlara yetişmesi gerekiyordu. Ansızın arkasına döndü fakat diğerlerinden eser yoktu. Ne kadar da hızlı hareket etmişlerdi. Gittikleri yöne doğru hızla koşmaya başladı, öyle hızlı koşuyordu ki, minik kalbinin yerinden çıkacağını hissediyordu. Korku, telaş, şaşkınlık gibi duygular vücudunu etkisi altına almış terlemeye de başlamıştı. Ne kadar koşarsa koşsun diğerlerinden bir iz yoktu. Oysa farkında olmadığı bir şey vardı. Telaş içinde sağına solunca bakınırken yönünü karıştırmış ve ormanın yandığı tarafa doğru koşmaya başlamıştı. Bunu fark etmeksizin dakikalarca koştu. Minik kalbinin çarparken çıkardığı sesi duyuyordu. 

 Biraz sonra mahşeri bir kalabalığın üzerine doğru geldiğini gördü. Kangurular, ceylanlar, tavşanlar, tilkiler ve daha nicesi. Bir hışımla geçtiler. Kafile kafile geliyorlardı sanki. Belli ki yangından kaçıyorlardı. Üzerine gelen kalabalıktan kaçmaya çalıştı ancak üzerinden geçen bir ceylanın ön ayaklarından kurtulduysa da arka ayaklarından kurtulamadı. Ne olduğunu anlayamadan sağa sola yuvarlanmaya başladı. Toz toprak içerisinde kalmış, yüzü gözü kanamaya başlamıştı. Diğer hayvanların ayaklarından ise mucize eseri kurtulmuştu. Sonrasını hatırlamıyordu. Kendisine geldiğinde inanılmaz bir sıcaklık hissetti etrafında. Yanan ağaçların bağırış çağırışlarımıydı bu duyduğu bilmiyordu. Ancak gözünü açtığında gördüğü şey yangının ortasında kaldığıydı. Hangi yanına baksa ateş görüyordu. Ağaçların onlarcası yanıyor, yanan dallar üst üste düşüyorlardı. Üstüne düşmekte olan dalı fark etmese altında kalıp ezilebilirdi. Hemen yanına düşen dalın üzerinde bir yuva fark etti. Tepesinde uçup duran kuşun yuvasıydı bu. İçindeki altı yavrunun hiçbirisi uçamıyordu. Tüyleri daha yeni yeni kabarmaya başlamıştı yavruların. Kendisiyle birlikte kalan bu yavruların başına gelecek olan şey daha iç yakıcıydı. 

Kim çıkarmıştı bu yangını? Annesinin insan diye bahsettiği varlıklar mı? Toprağı kirletiyorlar, ormanı yakıyorlar, denizleri pislikleri ile doldurup milyonlarca balık türünün soyunu tüketiyorlardı. Ne istiyorlardı güzelim yeryüzünden? Bu kadar vahşice tabiata saldırmalarını aklı hiç almıyordu. Belki de akılları yoktur diye düşündü kendi kendine. İyi ama kalbide mi yoktu insan denen canlının? Ya vicdanı? Bunlar olmadan nasıl yaşıyorlardı? Bizim ormanın en vahşileri bile, sadece kendilerine o an yetecek kadar avlanırlar, daha sonra ise kurdu, kuşu, faresi, yılanı ne varsa sırayla yer hepsi birden sofrayı kaldırırlardı. Ya insan, neden sofraları olan dünyaya kötülük ediyordu ki? 

Daha çok şey düşünecekti fakat ateşin sıcaklığı ve duman düşünmesine de hava almasına da engel oluyordu. İmdat çığlıklarını duyanda yoktu. Yuvadaki yavru kuşlarla birlikte kül olacaktı. Anne kuş dumandan görünmez olmuştu. Belki de yükselen ateş onun kanatlarını yakmış onu da yutmuştu. Bilmiyordu. Her şeyden ümidini kesti. Ah keşke ölmek üzereyken son kez annesini ve kardeşlerini görebilseydi. Maalesef artık imkânı yoktu. Kuyruğunu topladı. Başını ellerinin arasına alarak bir topak halini aldı. Üzerine gelen alevlerin tüylerini yalamasına izin verdi. Kulaklarını elleriyle tıkadı. Yanan diğer hayvanların çığlıklarını, az ötede yanan yuvadaki yavruların feryatlarını duymak istemedi. Tüylerinin yanmaya başladığını fark ediyordu. Canı çok yanıyordu. Olduğu yerden hareket etmedi. Biraz sonra daha önce hiç duymadığı bir ses çalındı kulağına. Ellerini hafifçe çekti kulaklarından. Doğruydu. Daha önce hiç duymadığı bir varlığın sesiydi. İnsan sesiydi bu. 

-“Bu tarafa, bu tarafa, yuvaya doğru sıkın suyu. ” diye bağırıyordu. 

Küçük sincap üzerine doğru serpilen suyu hissedince şaşkınlığı geçmeye başladı. Kendisine doğru koşan yaratık onu iki eliyle tuttu kavradı ve kaldırıp göğsüne doğru bastırdı ve söndürülmeye çalışılan ateşin ortasından çıkarak geldiği istikamete doğru koşmaya başladı. Konuşmuyordu fakat kendisini tuttuğu yerden bir ses geliyordu bu insan denilen yaratığın. Galiba kalbinin çarpıntısıydı bu duyduğu. Evet evet, bir kalbi vardı ve öyle hızlı çarpıyordu ki; sanki bütün ormanı kurtaracak kadar güçlü bir sese sahipti bu kalp. 

İnsanında bir kalbi olduğunu düşününce kendisini artık bıraktı. Acılarını, korku ve endişelerini o an unuttu. Emin ellerdeydi. Kalbi olan bir insan onu kurtarmıştı. Annesini ve kardeşlerini de kurtarmış olabilecekleri umuduna sarıldı. Artık biliyordu. ormanı, denizleri, doğayı da kalbi olan birileri kurtaracaktı. Usulca gözlerini kapattı ve sesiyle kendisini saran kalbin üzerinde uykuya daldı. 

You may also like...

2 Responses

  1. Zeynep Gür says:

    Insan…. Denecek söz çok ama ifade edecek güç bende yok. Teşekkürler Yasin Toksoy. Umarım kalbi güzel olanlar bu dünyayı acil bir eylem planıyla kurtarır.

  2. Canan DUYUŞ says:

    Okurken üzülüp daralan kalbim yine bir kalp vesilesiyle derin bir nefes aldı. Kalbinin farkında olan insanların olması ne kadar güzel.
    Elinize ve kalbinize sağlık…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *